“Küçük ayrıntılara takılma, büyük resme bak” diye, şimdilerde unutulan ama yakin geçmişte çokca kullanılan bir söz vardı.Ergenekon sürecinde yaşanan haksızklıklara,usül hatalarına, tertip ve kumpaslara itirazlar yükselince bu söz söylenirdi.2022 yılına henüz girdiğimiz şu günlerde memleketin “büyük resmi” şöyle gözüküyor;Ekonomik kriz bütün hızıyla sürüyor, üç ayda bir Maliye Bakanı ve Merkez Bankası Başkanı değişiyor.18 liraya fırlayan dolar, “dövize çevrilebilir mevduat hesabı” denen uygulama ile bir nebze düşse de başta akaryakıt olmak üzere bütün tüketim maddelerine zam yapılmaya devam ediyor.Bol keseden harcamanın, har vurup harman savurmanın sonu; dün 15 Temmuz hain darbe girişiminin finansörü olduğu iddianamelere giren Birleşik Arap Emirlikleri’nin kapısını çalmak oldu.Muhtemelen Şubat ayında Cemal Kaşıkçı’nın katili Suudi Arabistan ziyaret edilecek ve dostluklar tazelenecek.Ermenistan’la yeniden köprüleri kurduk, sırada İsrail var.Bu manevraların tek nedeni elbette ekonomi.Ağustos ayından itibaren kademeli olarak düşürülen faiz, bu ay sabit tutuldu.Eğer faiz 1 puan daha düşürülseydi dolar 15 lirayı geçerdi, deniliyor.Faiz dinimizin emri gereği haramdır ve bir sömürü aracıdır.Keşke faiz hiç olmasa.Ancak hükümetin faizi ekonomik başarıyla değil de “emirle” düşürmeye çalışması piyasaları alt üst etti.İğneden ipliğe her şeye zam geldi.Halkın gelir seviyesi düştü, fakirlik arttı.Devlet vergi toplamayamadığı için bütçe açıklarını zamla kapatıyor ki en kötüsü de budur.Bu ülkede gelir dağılımı adil değil.Bu ülkede çok kazananlar vergi vermiyor.Faiz konusunda “nas” var da bu konuda “nas” yok mu? Sömürü hakkında, vergi kaçırma hakkında, sigortasız işçi konusunda “nas” yok mu?Ne yazık ki önceki iktidarlar gibi bu iktidar da “zenginlerin” yanında.Zenginlerden vergi almayan devlet, “dolaylı vergi” yöntemiyle yani akaryakıta, elektriğe ve doğalgaza zam yaparak faturayı halka ödetiyor.Mazotun 15 liraya dayandığı bir ülkede nasıl tarım yapılabilir? Yem ve gübre fiyatlarının uçtuğu bir ülkede tarım ve hayvancılık yapmak mümkün mü?Eğer bir ülkede herkes devlet memuru olmaya çalışıyorsa orada “gelecek endişesi” vardır, hayatı garanti altına alma gayreti vardır.Oysa bir ülkenin kalkınmasının ve gelişmesinin tek yolu; özel sektörün yani halkın üretmesi ve ihracat yapmasıdır.Gelişmiş bütün devletler böyle büyüdüler.Rusya 1990’larda (S.S.C.B) iken nüfusunun tamamı devlet memuruydu ve işsizlik diye bir şey yoktu.Türkiye’de özel sektörde çalışmanın bir cazibesi kalmamıştır.Özel sektörderdeki ücretler, 2002 yılından bu yana kademe kademe düşerek yaşam standartının altında kalmıştır.Son 20 yılda küçük esnafı, üreticiyi ve çalışanı bitirecek herşey yapıldı.-AVM denen devasa çarşılar şehirlerin göbeğine kuruldu.Oysa batıda AVM’ler şehirlerin dışında ve sınırlı sayıda yapılabiliyorken ülkemizde adım başı AVM’ye izin verildi.Çarşı esnafına büyük darbe vuruldu.-BİM, A-101, ŞOK vb. indirim marketleri son 20 yılın eseridir.En ücra kasabalarda bile şube açan marketlerde sadece gıda satışı yapılması gerekirken ayakkabıdan çamaşıra, tencereden bilgisayara, elektrikli testereden cep telefonuna kadar herşey satıldı.On binlerce şubeye ulaşan marketler, üreticiler üzerinde baskı kurarak ucuza mal aldılar.Buralara mal satanlar ise ucuz maliyet uğruna kalitesiz üretim yaptılar.Halkın sağlığı ile oynadılar.Indirim marketleri yüzünden yüz binlerce esnaf kapısına kilit vurdu.Dünya dördüncü sanayi devrini (yüksek dijital teknoloji) yaşarken bizler özkaynaklarımızı inşaata, betona gömdük.Keşke yerli arabayı bundan 20 sene önce düşünseydik.Afyon’da dünyanın en güzel mermeri varken Çin’den granit ithal ettik.Yerli üreticiyi bitirmek uğruna yurt dışından ne bulduysak getirmedik mi? Mesleğim tekstil olduğu için kendi sektörümden örnek vermek istiyorum.Şu anda Türkiye’de giyim denince ilk akla gelen firma olan LC Waikiki, son 20 yılın ürünüdür ve tamamen Uzak Doğu’dan ithal ettiği ucuz mallarla devasa bir güç olmuştur.Bu firmanın Türkiye’ye sağladığı bir katma değer yoktur çünkü bütün ürünleri Çin,Vietnam,Bangladeş gibi ülkelerde ucuza imal etmektedir.İthalat sopasıyla yerli üreticiler piyasadan adeta jiletle kazınarak silinmiştir.Ancak ne zaman döviz kuru 18 liraya fırlayınca işte o vakit “yerli üretici” akla gelmiştir ama geçmiş olsun “onlar sayenizde çoktan öldüler”…Komşu ilçemiz Çay’dan bir örnek vermek istiyorum. Çay, bir zamanlar Şuhut’a göre daha az gelişmiş, küçük, sessiz, ekonomisi zayıf bir yerleşim merkeziydi.Şuhut’tan 12 yıl sonra 1958’de ilçe olabilmişti. Ancak gün geldi 1970’li yıllarda ilçeye SEKA Kağıt Fabrikası kuruldu ve Çay, deyim yerindeyse “şahlandı”.1500 işçinin çalıştığı fabrika Çay ve köylerini ihya etti.O tarihlerde Şuhut’ta iki banka şubesi varken Çay’da neredeyse her banka şube açtı.Çünkü para akıyordu.Fabrika ilçenin kaderini değiştirmiş, ekonomisini canlandırmıştı. Nihayet 2003 yılında fabrika değerinin çok ama çok altında bir paraya Yeni Şafak Gazetesi’nin sahibi Albayrak Ailesi’ne peşkeş çekildi.( Sadece 3 milyon dolara satıldı.Bugün bu paraya Afyon’da kıymetli bir dükkan alınabilir.) Albayrak Grubu ilk önce çalışan 800 civarında işçiyi kapı dışarı etti, ardından makinaları yurt dışındaki (Türkmenistan olmalı) fabrikasına taşıdı. Oysa özelleştirme ihalesinde “burayı çalıştıracakları ve modernize edecekleri” yazılıydı.Fabrika şu an terkedilmiş şehir görünümünde, harap, yıkık ve virane halde.Duyduğumuza göre Albayraklar, fabrikada satılmadık hurda, demir, kablo, çerçeve bile bırakmamış.ŞImdi kağıt fiyatları fırladı ya akla hemen yerli üreticiler geldi ama onların yerinde yeller esiyor.Siz ağlayıp sızlamalarına bakmayın, TÜSİAD’ndan MÜSİAD’ına hiç bir zenginin iktidardan şikayeti yok. Çalışma hayatına ilişkin yasalarda işvereni koruyan bütün düzenlemeler, bu dönemde çıktı. Sendikalar işlevini bu dönemde kaybetti.Kısaca son 20 yılın kazananı yine “zenginler” oldu.Zenginler için iktidarda kimin olduğu önemli değil.Dün Demirel’in, Özal’ın arkasında koşanlar bugün Erdoğancı kesilmediler mi? Büyük kamu ihalelerini sadece 5 tane şirketin almasını bile kanıksadık, kabullendik.Böyle bir ortamda iş kurmanın veya iş yapmanın ne gereği var? Sermayeyi yani zenginliği, refahı tabana yaymadıktan sonra sizin önceki iktidarlardan bir farkınız kalmıyor ki. ”Yok aslında birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankası’yız” diyorsanız, önceki iktidarların akibetine uğramanız an meselesidir, hatırlatalım.Bir ülkede eğitimli genç nüfus yurt dışına kaçıyorsa, istikbâlini dışarıda arıyorsa; orada çok büyük bir sorun var, demektir.Geleceğimizin teminatı gençler ekmeğini gurbet ellerde aramaya başladıysa ülkemizin bekası tehlike altındadır. Oysa 20 yıl önce tam tersine Türkiye’ye beyin göçü yaşanmış, batı ülkelerinde çok iyi konumlarda çalışan binlerce bilim adamı, doktor, mühendis, ekonomist vatanına koşarak geri dönmüştü. Ne deģişti de rüzgâr tersine döndü, lütfen düşünelim.Ben burada sistem veya parti tartışmasına girme niyetinde değilim. Ama işlerin iyi gitmediğini, bir gün/bir ay/bir yıl öncesini arar hale geldiğimizi ifade etmek istiyorum.Bana göre “Büyük Resim” bu.Başta da ifade ettiğim gibi “zam yapmak”, ekonomik bir tedbirdir ama sürekli hale getirilmesi tek kelimeyle “zulümdür”.Bize göre devletin dini “adalet” olduğundan, yönetenlerin halkı koruması,kollaması ve mağdur etmemesi şarttır.Devlet, çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alacak; toplumda bir tek aç,fakir ve gariban insan bırakmayacak şekilde sosyal adaleti tesis edecektir. İnsanlar fakirleşirken,işini kaybederken, eski günlerini arar hale gelirken ; dolar milyoneri sayısının hızla artması, ortadaki çarpıklığı açıklamaya yeter de artar bile. Insanlara, sebep ve sorumlu olmadıkları şeylerin faturasını çıkarmak ve bedel ödetmek; sadece adaletten uzaklaşan ve genetiği değişen iktidarların yapabileceği bir eziyettir.