Şuhut Anayurt Gazetesi

Kazım Demirer yazdı…

Kazım Demirer yazdı…
629 views
10 Ağustos 2023 - 0:15

Yaradanın kılıcı
Kuşkusuz, 4 Silahşörler’den keskin
4’tük 2 kaldık
Keşke hiç eksilmeseydik.
Yukarıdaki satırlar merhum Cem Karaca’ya ait… Karaca bu satırları 22 Eylül 2001’de kaybettiğimiz usta sanatçı Fikret Kızılok’un ardından yazmıştı. Burada “4’tük” dediği elbette adına Anadolu Pop veya Anadolu Rock denilen akımın en bilinen dört ismi, Barış Manço, Cem Karaca, Erkin Koray ve Fikret Kızılok’u ifade ediyor ki Karaca, şiirinin sonuna da el yazısıyla (Barış, Fikret, Cem, Erkin) notunu düşmüş. Şiirin üzerinden çok geçmeden şairi de “Yaradanın kılıcına” boyun eğecek ve ne yazık ki Cem Karaca 8 Şubat 2004’te aramızdan ayrılacaktı. Geriye bu 4 silahşörden bir tek, hem de yaş olarak en büyükleri Erkin Koray kalmıştı ki 7 Ağustos akşamı aldığımız acı haberle silahşörlerin hepsi göklerde buluşmuş oldu ve böylelikle bir devir de kapandı.
Dört büyük usta da İkinci Dünya Savaşı’na girmese de etkisini savaştaymış gibi derinden hisseden 1940’larda İstanbul’da dünyaya geldi. En büyükleri ve en taze kaybımız Erkin Koray 1941, Barış Manço 1943, Cem Karaca 1945 ve Fikret Kızılok da 1946 doğumluydu. Aslında Kızılok dışında diğerleri zaten ailelerinden dolayı bir sanat çevresi içinde çocukluklarını geçirdi ancak ailelerinin izlediği yoldan bambaşka bir yol izlemeyi tercih etti. 1950’lerin ortalarında dünyada adeta bir “rock’n roll” salgını başlamıştı; gençlik kıpırdıyordu, büyüklerinin bıraktığı yıkıntı ve acı dolu mirastan rahatsızdı. Buna da en güçlü tepkiyi müzikte gösterdi ve rock’n roll adeta “gelmekte olan” fırtınanın habercisi oldu. Buna ülkemiz gençliği de kayıtsız kalamadı elbette. Önce Deniz Harp Okulu öğrencileri Durul, Gence, Erkut Taçkın, Erkan Gürsal gibi öncüler “Somer Soyata ve Arkadaşları” adıyla ülkemizdeki ilk rock orkestrasını kurarken çok geçmeden Erkin Koray ve Gökçen Kaynatan gibi isimlerle rock müzik ülke gençliğinde epey bir taraftar bulmaktaydı. Öyle ki Erkin Koray’ın 29 Aralık 1957’de Galatasaray Lisesi’nde verdiği konser, izleyiciler arasında olan, kendisinden sonraki ikinci silahşör Barış Manço’yu bir hayli etkilemiş ve adeta Manço’ya ilham kaynağı olmuştu. Türkiye’nin bu ilk rock müzisyenleri için 1950’lerin sonu ve 60’ların başlarında yapılacak en iyi şey, yabancı şarkıları yabancılara en yakın biçimde söylemekten, yani bir nevi taklitten ibaretti. Ne var ki 1960’lar, bambaşka düşüncelere, bambaşka zevklere gebeydi. Yabancı şarkıları onlar gibi seslendirmeye çalışmak veya yabancı melodilere Türkçe sözler yazmakla dünyada söz sahibi olunamazdı. O halde öz kültürümüze bakılmalı, kendi ezgilerimiz, kendi dilimizle dünyanın ilgisini çekebilecek işlere imza atılmalıydı. İşte 60’ların ortalarına gelindiğinde adına Anadolu Pop veya daha da sonraları Anadolu Rock dediğimiz akım birdenbire filizlendi. İlk olarak 1964’te Yugoslavya’da yapılan Balkan Melodileri Festivali’nde Tülay German, Erol Büyükburç ve Tanju Okan’dan oluşan Milli Orkestra’nın “Burçak Tarlası” ile elde ettiği başarı büyük ses getirdi ve özellikle Tülay German’a ülke çapında şöhret kazandırdı. Bunu iyi sezen dönemin Hürriyet Gazetesi yöneticilerinin çabalarıyla peş peşe 4 yıl düzenlenen Altın Mikrofon yarışmaları (ki Erkin Koray ve Cem Karaca da yarışmacı olarak katılmıştır) bu akımı adeta patlattı ve Anadolu Pop, dönemin bir numaralı akımı haline geldi. Yıllar içinde çeşitli solistler ve orkestralarla Anadolu Pop zenginleşse de bu dört isim her daim bu akımın en bilinen isimleri oldu. Buradaki sırrı bu zenginliğin içinde özgünlüğü yakalamış olmalarında aramak lazım diye düşünüyorum. Zira her ne kadar bir zenginlikten bahsetsek de bu dört ismin öne çıkışının sırrı, toplumdaki ihtiyacı iyi kavramaları ve her birinin kendince bu ihtiyacı karşılayacak işler ortaya çıkarmalarında saklıdır diyebiliriz. Her biri kendi olmayı başarabilmiş bu ustaların içinde Erkin Koray, zamanın yükselen arabesk akımına da en yakın olan isim oldu -ki birçok eserinde kullandığı elektro-bağlamanın da mucidi olarak bilinmektedir- ve birbiriyle zıt gibi görülen arabeski rock müzikle uyumlaştırarak bugün hâlâ severek dinlenen eserler ortaya koydu. 1960’ları daha çok yurt dışında geçiren Barış Manço, 70’lerde Anadolu’nun daha destansı ve masalsı ürünlerini hem yorumlayıp hem de onlara benzer besteler yaparken 80’lerde çocukların da ilgisini çekecek eserlere ve televizyon programlarına imza atmayı başardı. Cem Karaca, daha ziyade sol kesimin 70’lerdeki sesi durumundayken 80’li yılların büyük bölümünü geçirdiği Almanya’dan dönüşünde Cahit Berkay ve Uğur Dikmen gibi 70’lerde birlikte çalıştığı isimlerle müzik yaşantısına devam etti. Fikret Kızılok ise 70’lerin başında daha ziyade Aşık Veysel türkülerini gitar ile seslendirerek tanınmışken Aşık Veysel’in 1973’teki ölümüyle müziğe bir süre ara verse de 80’lerde çok sevilen Gönül, Bu Kalp Seni Unutur mu, Zaman Zaman gibi bestelerle kendine has bir dinleyici kitlesi oluşturmayı başardı.
Evet, Erkin Koray’ın ölümüyle Anadolu Pop-Rock’ın dört atlısı ya da Karaca’nın deyimiyle dört silahşörden hiçbiri artık fiziken hayatta değil ancak bıraktıkları izler hiçbir zaman silinmeyecek ve elbette ki şarkıları, eserleri nesiller boyunca söylenmeye devam edecek. Ruhları şad olsun! Yazıya Karaca’dan bir alıntıyla başladık, noktayı da Karaca’nın bu kez Barış Manço’nun ardından söylediği ve bu yazıyı sabırla okuyan herkesin de ortak görüşü olduğunu düşündüğüm şu sözleriyle koyuyorum (parantez içindekiler benim eklememdir):
“Bazı insanların doğum tarihleri vardır, ancak ölüm tarihleri yoktur. Dolayısıyla o(nlar), benim (bizim) için ölmemiş bir(er) kavramdır.”