Eskiden atmaya kıyamadığımız kimi eşyalar “ele ayağa takılmasın” diye, evlerimizde depo olarak kullanılan “tavan arasına” kaldırılırdı. Aradan aylar, yıllar geçer, o eşyalar da unutulur giderdi. Nihayet bulamadığımız bir şeyi ararken aklımıza “tavan arası” gelir, son umut, diye oraya çıkardık.Merakla eşyaları karıştırırken ansızın karşımıza çıkan bir kitap, bir ceket ya da valiz, bizi hatıralar denizinin ortasına atıverir.
Eski bir dostu görmüş gibi sevinir, duygulanır ve sohbete başlarız ; “Görmeyeli yıllar oldu, meğer o kadar yakınmışız.”
Tavan arasında karşıma çıkan 40 yıllık bir gazete, beni çocukluğumun Şuhut’una götürdü. Parkın çarşıya bakan köşesinde şehir kulübü, şehir kulübünün karşısında da tek katlı belediye dükkanları sıralanıyordu. 1967 yılında Bekir Oynağanlı döneminde yaptırılan Şuhut Belediye hal binasının ilginç bir mimarisi vardı. Köşeleri oval olduğu için stadyumu andıran ve iki katlı olarak inşa edilen devasa binanın sadece Şuhut Parkına bakan cephesi tek katlı dükkanlardan oluşuyordu.
Binanın estetiğini bozan bu durum neden kaynaklanmış olabilir? Acaba belediyenin ödeneği mi bitti? Ya da bir mahkeme kararı yüzünden mi inşaat yarım kaldı?
Neyse konumuz bu değil, zaten o güzelim hal binası yıkıldı, yerine şimdiki beton yığını bina yapıldı. Eski binadan geriye sadece bir kaç fotoğraf ve hatıralar kaldı.
İnsan – mekan ve eşya arasında görünmez bir bağ vardır. İnsanın eşyayla ve mekanla ilişkisi, ruhun bedene girmesiyle başlar, yine ruhun bedeni terk etmesiyle son bulur.
Akif Tütüncü’nün dizeleri, eski eşya ile insan arasındaki ilişkiyi anlatır :
Yaşanmışlıkların yağdığı eski eşyalarda,
Islak gözlü enkazlar çıkar.
Hayatın doğarken verdiği sözler,
Bire bir eşyalara geçer.
Ziyan olur hikayeler,
Çocukluğun cahilliğiyle kırılan babadan kalma,
Eski eşyaların yerini,
Yürekten sızan acı duman alır.
Düşme zamanı değildir albümlere daha fotoğrafların.
Dokunarak çizersin yüzleri eski eşyalara,
İkinci el eşya sevdalarıydı yaşadığımız bizim.
Şimdi gelelim asıl konumuza; parkın karşısındaki tek katlı dükkanlardan biri de Avukat Nihat Dönmez’in Şafak Matbaası idi. İçeride, dükkanın neredeyse yarısını kaplayan büyük bir baskı makinası, duvara yaslanmış hurufat sandığı, kalıp ve matris dolabı göze çarpıyordu.
Şafak Matbaası hem Şuhutluların matbaa işlerini yapıyor, hem de haftalık GENÇLİĞİN SESİ Gazetesini basıyordu. Gazetenin sahibi ve yazı işleri müdürü Nihat Dönmez’di. Dükkanın camları ince tül perde ile kapatıldığı için içeriyi göremezdik. Bu yüzden önünden geçerken merakla içeriye bakardık.
Ustalardan birisi kurşun harfleri elinde tuttuğu cetvele benzer hazneye seri şekilde dizdikten sonra bunları dikdörtgen bir tepsiye yerleştirirdi. Bütün harflerin ters şekilde dizildiği kalıbın önce provası çekilirdi. Usta prova baskısını kontrol edip yanlış yerleri işaretledikten sonra elindeki cımbızla yanlış dizilen harfleri tek tek yerinden çıkarırdı. Düzeltmelerin bitikten sonra nihai şekli verilen kalıp, baskı makinasının ağzına yerleştirilirdi. Az sonra matbaa makinası korkunç sesler, homurtular çıkararak çalışmaya başlardı. Üste yığılı boş kağıtlar, bir maşayla makinanın içine bırakılır , basım işinin yapılmasının ardından arkadaki hazneden gazete olarak çıkardı.
Matbaada çalışan Orhan ve Abdullah ustalar, bizi tanıdığı için içeriye girmemize izin verirdi. Matbaa makinasına o yıllarda aşık oldum. Boş bir kağıdı, kitaba, gazeteye, romana, şiire, kültüre, edebiyata, irfana ve medeniyete dönüştüren kudretli güce o günden beri hayranım.
Evde tavan arasında bulduğum GENÇLİĞİN SESİ Gazetesi beni 40 yıl önceye götürdü. Gazetenin ilk sayısı 20 Nisan 1974 Cumartesi günü yayınlanmış.
Aynı tarihlerde ilçemizde Kerim Eroğlu’na ait ŞUHUT SESİ isminde bir gazete daha yayınlanmaktaydı.
ŞUHUT SESİ Gazetesi Afyon’da Özen Matbaası’nda basılıyordu. Nihat Dönmez, o yıllarda Şuhut’ta eksikliği hissedilen matbaayı ilçemize kurarak önemli bir hizmette bulundu.
Gazetede yazı ve şiirleri yayınlanan isimler arasında Nihat Dönmez, İbrahim Dilek, Hüseyin Özaşkın, Ali İhsan Us, Süleyman Oynağanlı, Hacı Veli Gürsoy, dönemin Şuhut Müftüsü Ahmet Söylemez (Denizlili) gibi isimler yer alıyordu. Uzun senelerden beri İstanbul’da yaşamını sürdüren Süleyman Oynağanlı, 1974-1976 yılları arasında muhabirlik ve yazarlığın yanısıra gazetenin dizgi ve baskı işlerini de yapıyordu.
GENÇLİĞİN SESİ, iki yaprak dört sayfa tabldot boyda yayınlanan bir gazete idi. Yerel haberlerin yanısıra milli ve manevi değerlere bağlı bir yayın çizgisine sahip olan gazetede hikaye ve şiirlere de yer veriliyordu.
Şafak Matbaası bir kaç yıl sonra kapanmak zorunda kaldı. Ama GENÇLİĞİN SESİ Gazetesi bir süre daha yayın hayatına devam etti.
Kanımca, Nihat Dinmez’in matbaa ve gazeteyi bırakma nedeni, ekonomik gerekçelerden ziyade ülkemizde yaşanan terör olaylarındaki artıştan kaynaklandı. Şöyle ki 1975-1980 arası tırmanışa geçen sağ – sol olaylarında, Şuhut gibi, herkesin birbirini tanıdığı, insanların akraba olduğu küçük bir Anadolu kasabasında, olaylara taraf olmamak adına basın – yayın işlerine son vermeyi tercih etti.