Recep Bozkurt
Muhittin Özaşkın

Şuhut Anayurt Gazetesi

ustahasanoğlu

ustahasanoğlu
REKLAM ALANI

(728x90px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.
584 views
19 Ekim 2022 - 14:30
REKLAM ALANI

(300x250px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.

Şuhut; Hitit, Frig, Pers, Makedonya, Roma, Bizans devletlerinin hakimiyeti altında yaşadıktan sonra 1071 Malazgirt Zaferi’nin hemen ardından Türkler tarafından fethedilmiştir . Bin seneye yakındır Türk ve İslam yurdu olan Şuhut, bir çok tarihi ve doğal güzelliklerinin yanısıra kültürel olarak da bir hayli zengin ve renklidir.Selçuklu, beylikler ve Osmanlı Devleti dönemlerinde önemli bir konuma sahip olan Şuhut’ta asırlar içerisinde bir çok medrese.mektep.dergah ve tekke açılmış. buralardan da sayısız müderris. alim. devlet adamı, asker, yazar, şair ve hattat yetişmiştir.Geçmişte Anadolunun istisnasız hemen her tarafında yoğun şekilde ilim ve kültür faaliyetleri yapılırken 18.Yüzyıldan itibaren bu çalışmaların İstanbul, Bursa, Konya gibi merkezlere kaydığı görülmüştür. Dikkat edilirse aynı tarihlerde devletin gücü ve otoritesi zayıflamaya, ülkenin iktisadi ve sosyal yapısı bozulmaya başlamış, ihmal edilen Anadolu’da ise “ayanlık” yani yerel hakimiyet mücadelesi baş göstermiştir. Bu olumsuzluklar ister istemez eğitim, bilim, kültür ve sanat alanlarına yansımış, geçmişteki muhteşem dönem geride kalmıştır.Şuhut Kazası, 16., 17. ve 18. Yüzyıllarda Afyonkarahisar’da Bolvadin ve Sandıklı ile başa baş konumda olup “en çok vergi toplanan, en fazla medreseye, mescid ve camiye sahip, pek çok vakfın bulunduğu (yani zengin)” yerlerin başında gelmekte iken, 1700’lerin sonlarına doğru gerilemeye başlamış. özellikle 1862 depreminden sonra küçük bir nahiye durumuna düşmüştür. Daha sonraki yıllarda bazen Afyonkarahisar’a, bazen de Bolvadin’e bağlanan, bir dönem ise nahiyeliği kaldırılarak Afyonkarahisar’a mülhak bir yerleşim merkezi (köy veya mahalle statüsü) haline getirilen Şuhut, geçmişteki şaşalı günlerini arar duruma düşmüştür.
Bugün tanıtmaya çalışacağımız ” BEYANİ” mahlaslı ENFİ AHMET, 17.Yüzyılın tanınmış alim ve şairlerinden olup doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak gerek Divanı, gerekse müderrislik ve kadılık yaptığı dönemler üzerinde çalışma yapan araştırmacılara göre tahminen 1602 ila 1607 yılları arasında Şuhut’ta dünyaya gelmiştir.”Beyani” Ahmet Efendi’nin babası, 4.Murat devri kadılarından ve bilgiinlerinden olan Abdurrahman Efendi’dir. Abdurrahman Efendi. devrin tanınmış medreselerinde eğitim aldıktan sonra 1611 tarihinde müderris olmuş ve değişik yerlerde hem ladılık hem de hocalık yapmıştır. Beyani’nin, burnunun iriliğinden dolayı “Enfi Abdurrahman” diye tanınan babası Trablus-ı. Şam’da kadılık yaparken 1626 tarihinde vefat etmiştir. Abdurrahman Efendi’nin yumuşak huylu, temiz yaradılışlı ve sağlam itikatlı olduğu rivayet edilir.”Beyani” ilk öğrenimini doğduğu Şuhut’ta tamamladıktan sonra medrese eğitimi almak için önce Bursa’ya, ardından da İstanbul’a gitmiştir.Bazı kaynaklarda kendisinden “Mevlana Ahmet” diye bahsedilmesi onun “Mevleviliğe” bağlı olduğu şeklinde değerlendirilmektedir. Gerçekten de Mevleviliğin Konya’dan sonra en güçlü olduğu yer, Afyonkarahisar’dır, Mevlana Celalettin-i Rumi”nin torunlarından Sultan Divani (Mehmet Semai) Afyon’ da doğmuş, uzun süren şeyhliği sırasında Afyon Mevlevi dergahı, Konya dergahından sonra ikinci önemli merkez olmuştur. Bundan Şuhut’un etkilenmemesi düşünülemez.
Medrese eğitimini başarıyla tamamlayan Beyani, daha sonra Bursa ve İstanbul’da uzun yıllar müderrislik, kadılık ve valilik yapmıştır. 1628 yılında 40 akçe günlükle Tuti-i Latif Medresesi:nde müderrisliğe başlayan Beyani, 1631’de Sinan Paşa Medresesi’nde, 1632’de Davut Paşa Medresesi’nde, 1633’de Hadım Hasan Paşa Medresesi’nde, 1636’da Murat Paşa-yı Atik Medresesinde, 1640’da Sahn Medreselerinde, 1640’da Bursa Gazi Hüdavendigar Medresesi’nde, 1641’de Mahmut Paşa Medresesi’nde, 1644’de Haseki Sultan Medresesi’nde, 1646’da Ayasofya-yı Kadim Medresesi’nde müderrislik yapmıştır.1647’de Yenişehir, 1648’de Bursa, 1649’da Eyüp Sultan, 1650’de Edirne, 1652’de Üsküdar kadılığına getirilmiştir.”Beyani” Ahmet Efendi, uzun yıllar müderrislik yaptıktan sonra, müderrisliğin bir üst makamı olarak kabul edilen “MEVLEVİYYET” rütbesi ile ödüllendirilmiştir. Beyani ‘ye 1656 yılında Birgi Kazası “arpalık” olarak verilmiştir. Eskiden devlete büyük hizmeti olanlara emeklilik yıllarında geçinebilmeleri için bir kazanın vergi gelirlerinin bir kısmı tahsis edilirdi. Nedense daha sonra burası iptal edilerek Tatarpazarcığı Kazası “arpalık” olarak verilmiştir.
Kaynaklarda kendisinden faziletli, mütevazi, iyi kalpli, sözünün eri ve hayırsever bir insan olarak bahsedilir. Tevki-i Cafer Çelebi Mescidini Camiye çevirerek hayır hasenat sahibi olduğunu göstermiştir.Şiirlerini “BEYANİ” mahlasıyla yazan Mevlana Ahmet Efendi, kimi şiirlerinde gerçek adını da kullanmıştır. Şiirlerinde yer yer üçlü, dörtlü terkipler bulunmakla birlikte dilinde sade, basit ve anlaşılır bir söyleyiş hakimdir. Kullandığı kelimelerin yüzde 10’u Farsça , geri kalan kısmı ise Türkçedir. Baki’nin şiir anlayışını sürdürdüğü görülür. 110’u Farsça olmak üzere 960 gazelle en çok gazel yazan şairlerin başında gelir.Emeklilik yıllarını ibadetle geçirmekte iken 1664 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Cenazesi, Edirne kapısı Mezarlığı dışında gömüldü.”Beyani” Ahmet Efendi’nin mürettep divanının yazma nüshası İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi İbnülemin Bölümünde 2556 numarada kayıtlı olup üzerinde bir kaç yüksek lisans ve doktora çalışması yapılmıştır.”Beyani Divanı” toplam 971 şiirden oluşur ve sade bir dili vardır. Dönemin şairlerinin aksine ağır terkiplerden kaçınması ve sade Türkçe kullanması takdire şayandır.Divanında sadece Osmanlı Padişahı Sultan İbrahim’e (1640-1648) kaside yazdığı görülür. Oysa divanlarda devrin padişahının yanısıra üst düzey devlet adamlarına da şiirler yazılması adettendir. Bu da Beyani Ahmet Efendi’nin başkalarından bir şey isteyen ve bekleyen bir tabiatı olmadığını gösterir. Dönemin şiir mecmualarında kendisinin “derviş tabiatlı, kanaatkar ve mütevazi bir kişiliğe sahip olduğundan” bahsedilir.Beyani, “Şakaik – i Nu’maniyye'”, zeyillerinden “Zeyl-i Atayi” de ve “Teşrifatüş’ Şu’ara'” ‘da “bilgili ve faziletli bir alim, şiirde ve nesirde kudretli bir ediip, dindar ve selamet sahibi” şeklinde övülür.Gufti ise tıpkı babası gibi iri burunlu olmasından dolayı ondan “Enfi Ahmet Efendi” diye alaya alarak bahseder.Beyani Ahmet Efendi’nin dünyaya meyletmeyen, kimseye eyvallahı olmayan dindar ve mütevazi yapısının ön planda olduğunu söylemiştik. Ancak onun iilim söz konusu olduğunda önünde hiç bir engel tanımayan ve mücadele eden bir yönü olduğu da unutulmamalıdır. Beyani, büyük bir medreseye atanması gerekirken bir türlü tayini yapılmayınca defalarca Şeyhülislam Yahya Efendi’ye müracaat eder. Yine atanamaz. Israrını sürdürünce Şeyhülislam Yahya Efendi bunalır ve Beyani’yi talebi olan medreseye tayin eder. Şeyhülislam’ın bu durumu dile getiren bir şiir yazdığı hikaye edilir. Şiir şöyledir :
“Burnunla Beyani bizi ni’çün kakalarsın,
Haricde olur dahili dahı yakalarsın,
Ayakda kalur mı ne sanur sencileyin merd
Bir silsilede sahn dahi mül’akarsın
Şeyhülislam, şiirin ilk mısrasındaki “Burnunla Beyani bizi ni’çün kakalarsın” ifadesi ile Beyani’nin tayin için verdiği mücadeleyi anlatırken diğer yandan da iri burnu ile alay etmektedir.Dolayısıyla hem Abdurrahman Efendi’nin hem de Beyani Ahmet Efendi’nin burnu, zaman içinde lakapları haline gelmiş, bir çok kaynakta kendilerinden “ENFİ” “diye bahsedilmesine neden olmuştur.
Beyani, klasik şiir geleneğinden yetiştiği için şiirlerinde “geleneğin” klişe ve mecazlarını başarıyla kullanmıştır. Şiirleri nazım tekniği bakımından kusursuz olmasa da sağlamdır. Akıcı bir üsluba sahip olduğundan anlatımlarını yer yer deyimlerle ve günlük konuşma dilinden gelen unsurlarla desteklemiştir.Söz ve ses tekrarı yaparak ifadeye ahenk ve zenginlik katmıştır. Bazı gazellerinde rahat bir söyleyiş yakalamış duygularını karşılıklı söyleyiş edasıyla dile getirmiştir.Şairin dili 17.yüzyılda edebiyatımıza büyük etki yapan Sebk-i Hindi akımının özelliklerini yansıtmaktadır.Bu yüzden Beyani’nin şiirlerinde dörtlü Farsça tamlamalar görülmektedir. Hatta bazı şiirlerinin tamamının Farsça tamlamalardan oluştuğu da gözlemlenmektedir.Şuhutlu Ahmet Beyani, yaşadığı çağda müderris, kadı, alim ve şair olarak derin izler bırakmıştır.
Haftaya Beyani’nin şiir dünyasını incelemeye devam edeceğiz.

REKLAM ALANI

(728x90px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.
HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT
Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir, haberleri kopyalamayınız.