Çocukluk çağımın unutulmazı ; bayramlardı. Akıp giden yıllara karşılık, küçük masum dünyamın rengi ve tadı olan bayramlarda yaşadığım coşkuyu tarif etmem mümkün değil. O günlerde sanki gökten mutluluk ve sevgi yağar, ansızın dertler ve hüzün kaybolurdu. Görünmez bir güç, tıpkı savaşlardaki “ateşkes” misali, aksi giden ne varsa hepsini bir kaç günlüğüne durdurur, dünya adeta cennete dönerdi. Unutulmaya yüz tutmuş duygular tekrar yeşermeye başlar ; akrabalık, komşuluk, dostluk, selamlaşma ve sıcacık bir gülümseme sarardı her tarafı…
Ben her bayram yeniden çocuk olurum. Çünkü bana göre “bayram” demek ; “çocukluk” demek. “Kafa kağıdı” eskidikçe, bayramlar da büyüsünü kaybediyor, dünya gailesi bizlerden o coşkuyu esirgiyor ve bana sadece “çocukluğumun bayramları” kalıyor…
Cahit Sıtkı’nın unutulmaz şiirinde dile getirdiği gibi, büyüdükçe “geçmişe” sarılıyor, her gece rüyamda “çocukluğumu” yaşıyorum :
Affan dedeye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var, ne adım.
Bilmiyorum kim olduğumu.
*********************
Hiç bir şey sorulmasını benden,
Haberim yok olan bitenden
********************
Bu bahar havası, bu bahçe
Havuzda su şırıl şırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
********************
Ne güzel dönüyor çemberim
Hiç bitmesin horoz şekerim
İlginçtir, Şuhut’ta Kurban Bayramı hazırlıkları haftalar önce başlardı. “Haftalar” ifadesini biraz abartılı bulduğunuza eminim. “Altı üstü dört günlük bayram, bu kadar hazırlık niye yapılır ? ” dediğinizi de tahmin ediyorum. Oysa bundan 40-45 yıl öncesini hatırlayanlar gayet iyi bilir ki, Şuhut’ta kurbanlıklar eve bayramdan günler değil haftalar önce getirilirdi. Yeni evlerin çoğu bahçeliydi. Eski evler ise önü yüksek duvarlı ve geniş avlulu olduğundan mutlaka ardiye, kömürlük veya küçük bir ahır olur, kurbanlık hayvana burada bakılırdı.
Kurban olarak genelde küçük baş hayvan tercih edilirdi. Kalabalık aileler ise büyük baş hayvan keserdi. Rahmetli babam Balçıkhisar’dan satın aldığı kurbanlık koyunu bayrama bir-bir buçuk kala evimize getirirdi. Koyunun bakımından evin en küçüğü olan ben ve annem sorumluydu.
Koyuna öyle alışırdım ki bayram sabahı dedemle babama “ne olur arkadaşımı kesmeyin” diye yalvarır, gözyaşı dökerdim. Ama koyun kesildikten sonra pişen kurban etini (özellikle ciğerini) yemek için yarışırdık.
Hüzün dolu bir hatıra; Fatih İlkokulu’nda 4. sınıfta okuduğum 1977 yılında rahmetli babam köyden kurbanımızı getirmişti. Fakat bu seferki gerçekten çok akıllı ve sevimli bir koyundu. Onu her zaman olduğu gibi ben ve annem besliyorduk.Kısa zamanda birbirimize alışmıştık. O yıllarda sabahçı-öğlenci ayrımı olmadığından saat 8’den akşam 4’e kadar okulda olurduk. Bizim koyun öyle zeki bir hayvandı ki benim okuldan çıkış saatimi hissediyor. zil çalmadan 10 dakika önce okulun kapısında hazır olmuş beni bekliyordu. Onu gören arkadaşlarım “Tarık, seninki gelmiş” diye bana takılıyordu. Derken zil çalıyor, yüzlerce siyah önlüklü çocuk okuldan çıkarken bizim koyun onların arasından, adeta dalgaları yara yara geçerek beni buluyordu. Öyle güzel anlaşmış ve iyi arkadaş olmuştuk.Ondan ayrılmak çok zor gelmiş, ilk defa o yıl kurban eti yememiştim.
Şimdi geriye dönüp baktığımda, bir çok akrabam ve yakınımla bayram ziyaretlerinde tanıştığımı farkediyorum. Demek ki bayramların böyle bir fonksiyonu var. Annem, babam ve kardeşlerimle Balçıkhisar’a gittiğimizde önce babamın akrabalarını ziyaret ederdik. Ardından annemin akrabalarına giderdik. Günümüzde akrabalık bağları kopmak üzere, gençler aynı kandan, aynı soydan geldikleri yakınlarını tanımıyorlar. Oysa rahmetli babam köy mezarlığında ne kadar akrabamız yatıyorsa tek tek gösterir, kim olduğunu anlatır, kabir başında mutlaka Fatiha okur ve bizlere de okuturdu.
Bayramlarda hem çocuklara hem de gençlere bir “özgürlük alanı” açılırdı. Her daim gözleri üzerimizde olan büyüklerimiz, bayramda arkadaşlarla gezip dolaşmamıza izin verirdi.Sokakta karşımıza çıkan ve o güne değin hiç tanımadığımız büyüklerin elini öper, bayramını kutlardık. Tabii gözümüz verecekleri bayramlıkta olurdu. Ancak harçlik bir yana onların başımızı okşaması, bir kaç güzel söz söylemesi, kim olduğumuzu sorması bizleri çok mutlu ederdi. Bence bunlar bizim özgüven ve deneyim kazanmamıza katkı sağlayan önemli davranışlardır.
Bayramda hastaları, garip ve yoksulları, bakıma muhtaç insanları, öksüz ve yetimleri, şehit yakınlarını ziyaret etmek çok önemlidir. Bu insanlara moral vermek, destek olmak ve yalnız olmadıklarını göstermek gerekir. Normal zamanlarda gitmediğiniz/gidemediğimiz bir eve bayramlaşmak üzere girdiğinizde bambaşka şeylerle karşılaşabilirsiniz. Hastalık, maddi ve manevi sıkıntı, eşler arasında problem vb. durumlar, bayram ziyareti vesilesiyle öğrenilebilir.
Bayramların sosyal barışa katkı sağladığı da unutulmamalıdır. Birbiriyle küs, dargın ve husumetli insanların barışmasına zemin hazırlayan bayramlar, milletimizin kenetlenmesini ve güçlenmesini sağlayan müstesna günlerdir.
Yazımıza rahmetli Abdurrahim Karakoç’un bir şiiriyle son verirken Kurban Bayramınızı en içten dileklerimle kutlar, hayırlara vesile olmasını Cenabı Mevla’dan niyaz ederim.
BAYRAMLAR BAYRAM OLA
Ana, bu bayram mı? . Aman çok ayıp
Çocukken gördüğüm bayramlar hani?
Mübarek elleri öpüp, koklayıp
Yüzüme sürdüğüm bayramlar hani?
Hani ya o özlem, hani ya o tad?
Ne dışım kaygusuz, ne içim rahat
Haftalar öncesi her gün, her saat
Babamdan sorduğum bayramlar hani?
Nur yağan geceler, gündüzler nerde?
Neşe paylaştığım öksüzler nerde?
Dost yollar, dost evler, dost yüzler nerde?
Huzura erdiğim bayramlar hani?
Kar çiçeğim solmuş kar yatağında
Can verir ırmağın dar yatağında
Arife gecesi yer yatağında
Üstüme serdiğim bayramlar hani?
Bayram demek takvimdeki yazı mı?
Bayram hasret, bayram ağrı, sızı mı?
Açıp yüreğimi, yumup gözümü
Özüne girdiğim bayramlar hani?
Bayram af günüdür, barış günüdür
Bayramlar rahmete giriş günüdür
Bayram, Hak menzile varış günüdür
Gönlümü verdiğim bayramlar hani?