Gazetemiz ŞUHUT-ANAYURT’da, 27.Ekimde yayınlanan yazımızda, Türkçemize değinmiş, Dil Devriminin bizleri özümüzle kucaklaştırdığını, ana dilimiz Türkçe ile düşünmeye, konuşmaya, okuyup-yazmaya başladığımızı anlatmıştık. Arap harflerinin yerine, Latin harflerine geçilmesiyle ilgili 1353 sayılı yasa, 1.Kasım 1928’de kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde yürürlüğe sokulan Harf Devriminden hemen sonra, kapsamlı bir eğitim seferberliği başlatılmış, yeni alfabe inanılmaz derecede hızlı bir şekilde benimsenerek uygulamaya geçilmiştir. Bu başarılı sonucun alınmasında, cumhuriyet öncesinde, Osmanlı döneminde de alfabe sorununun irdelenmiş ve gündeme getirilmiş olmasının büyük katkısı olmuştur. Bu konuyu ilk gündeme getiren, Tanzimat Dönemi devlet adamlarından Münif Paşa’dır. 1862’de, Cemiyeti İlmiye-i Osmaniye’de verdiği bir konferansta, Arap harfleri üzerinde yapılacak bir düzenleme ile, Türkçe yazının kolaylaştırılacağını savunmuştur. İkinci Meşruiyet döneminde; Hüseyin Cahit, Abdullah Cevdet, Celal Nuri beyler Latin harflerine dayalı bir Türk alfabesi oluşturulmasını desteklemişlerdir. Alfabe sorununu TBMM’de, Şubat 1924’de ilk dile getiren Şükrü Saraçoğlu olmuştur. 23 Mayıs 1928’de uluslararası rakamların kabul edilmesinin hemen öncesinde, alfabe konusunu incelemek üzere bir Dil Encümeni kurulmuştur. Bu kurul 41 sayfalık bir rapor hazırlayarak Atatürk’e sunmuştur. Bunun üzerine Atatürk, 9 Ağustos 1928’de yaptığı bir konuşmada, yeni bir alfabenin kabul edileceğini duyurarak, “Yurttaşlar yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz, bütün millete kadına, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz” demiştir. Bunun ardından tüm yurtta yeni alfabe tanıtılarak, geniş bir okuma-yazma seferberliği başlatılmıştır. Bu gelişmelerden sonra, Harf Devrimi 1 Kasım 1928 tarihinde kabul edilen yasa ile resmileşmiş ve 1 Ocak 1929’dan itibaren bütün yazılı eserler Türkçe basılmaya başlanmıştır. Komisyonun hazırladığı alfabe kendisine takdim edildiğinde, Atatürk, yeni yazıyı uygulama konusunda ne düşündüklerini uzmanlara sorar. “Bir onbeş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa süreli iki plan yapıldığı” bu planlar kademe, kademe geçişi öngörmekteydi, Atatürk’ün cevabının “Bu ya üç ayda olur, yada hiç olmaz…” şeklinde kısa ve net olduğunu Falih Rıfkı Atay bizlere aktarıyor. Gazi Mustafa Kemal Atatürk; 23 Ağustos-20 Eylül 1928 tarihleri arasında, sırasıyla, Tekirdağ, Bursa, Çanakkale, Gelibolu, Sinop, Samsun, Amasya, Tokat, Sivas ve Kayseri’ye giderek, halka yeni yazıyı, alfabeyi tanıttı. Zaman, zaman kendiside kara tahtanın başına geçerek, halka dersler verdi, başöğretmenlik yaptı. 21 Eylül 1928’de Ankara’ya döndüğünde, kendisi için hazırlanan takın üzerinde, yeni Türk harfleriyle şu yazı vardı, “Ankara Ulu Gazisini Yeni Harflerle Selamlar”.Atatürk döneminde, Türkiye’nin modern dünyanın gelişmiş ülkeleriyle entegre olması, refaha ulaşma ve kalkınma konusunda onlarla rekabet edebilmesi için, ülke sathına dağılmış sanayi yatırımları bir biri ardına hizmete sokulmuştur. “Her fabrika bir kaledir” düşüncesi benimsenerek, ülke çapında 15 yılda 46 dev üretim tesisi açılmıştır. Sanayi ve hizmetler konusunda bu gelişmeler yaşanırken, eğitim alanında çalışmalar hızlandırılmış, 1940 yılında, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve Eğitimci Bürokrat İsmail Hakkı Tonguç’un gayretleriyle başlatılan eğitim seferberliği kapsamında Köy Enstitüleri hizmete sokulmuştur. Üretim odaklı eğitimin yapıldığı bu okullarda yetişen köy çocuğu öğretmenler, yeni nesilleri yetiştirmek idealiyle Anadolu’ya dağıldılar. Şuhut’umuzda bizlerin yetişmesine vesile olan, Mustafa Oğuz, Hasan Ataman, Hüseyin Ateş, Hüseyin Özaşkın, Hasan Hüseyin Çınar gibi yüzlerce öğretmenimiz eğitim ordusuna katılmışlardır. İsimlerini tek tek sayamadığımız çok değerli öğretmenlerimizi saygıyla, rahmetle ve özlemle anıyoruz, ışıklar içinde yatsınlar. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün rehberliğinde, Türk halkının kadın-erkek topyekün seferberliğiyle kurulan Türkiye Cumhuriyetinin, özgürlük ve tam bağımsızlığı benimseyen felsefesini, idealini canlı olarak yaşayarak bizlere aktaran öğretmenlerimizden Hasan Ataman’a ailem beni teslim ettiğinde henüz altı yaşımı doldurmamıştım. Bugün, ülkesini, milletini seven, hakka, hukuka saygılı, küçükle küçük, büyükle büyük gibi davranabilen, çalışmayı, okumayı seven, doğaya zarar vermekten çekinen, ülkemizin ve milletimizin bekası ve refahı için katkı sağlama çabasıyla, hakkı olmayan bir karşılığı beklemeden çalışıp, çabalıyorsak, ailemizin yanısıra bu cumhuriyet kuşağı öğretmenlerimiz sayesindedir. Ruhları şad olsun. Bu vesileyle, eğitime gönül vermiş bütün eğitim gönüllüsü öğretmenlerimizin, 24 Kasım Öğretmenler Gününü kutluyor, hizmet aşkıyla, fedakar ca çalışan, eğitim emekçisi öğretmenlerimize ve geleceğimizin güvencesi, hepimizinde gözbebeğimiz olan öğrencilerimize sağlık ve başarı dileklerimi iletiyorum…