1930 senesi Mayıs nihayetinde Maarif Vekaleti’nden (Miili Eğitim Bakanlığı) aldığım telgrafnamede, Karahisar’ın ŞUHUT Kasabasında bulunan lahitin hasara uğratılmadan Ankara’ya nakli emir olunuyordu.
Şuhut, Afyonkarahisar’ın 32 kilometre cenubunda (güneyinde) oldukça büyük bir nahiye merkezidir. Vilayet merkezine güzel bir şose ile bağlı olduğu için münakalatı (ulaşım) otobüsler temin ederler. Yol, Afyonkarahisar’dan bir kaç kilometre sonra dikleşir. Kah uzun sürmeyen vadilerin arasından, kah tepelerden geçilir. Hakim noktadan Afyon ovasının seyrü temaşasına (seyretmek, bakmak ) doyum olmaz. Manzara hakikaten çok latiftir. Arazinin muntazam surette işlenmiş olması kalbe inşirah (rahatlık, ferahlık) verir. Tarlalarda beyaz mor, kırmızı açmış haşhaşlar nazarı okşar. Afyon zaten bu havalinin başlıca mezruatındandır. (bilinen, tanınan)
Şuhut’un evleri umumiyetle ahşaptır. İçlerinde muntazam ve büyük olanları da vardır, kısmı azamının (çoğunluğunun) üstü topraktandır. Sokaklar geniş ve kaldırım döşeli olup çarşısı ve bu meyanda adedi hadden (gereğinden) fazla kahvehanesi vardır. Mektep binası eskidir. İnce uzun minareleri, ağacı az olan kasabayı süsler. Minarelerin külahlarına yakın kısımlarında lüküs lambaları takılıdır. Bu lambalar geceleri bütün kasabayı mebzul (yeteri kadar) surette aydınlatır. Şuhut Belediyesi oldukça faaldir. Havası, suyu latif ve bu itibarla ahalisi halkı) tammüssıhha (sağlıklı), güler yüzlü, ve çok misafirperver kimselerdir. Haftada bir gün Cumartesileri kurulan pazarda alışveriş oldukça hararetlidir. Bütün kasaba ve civar köylerin halkı , her nevi ihtiyaçlarını pazardan temin ederler. Velhasıl Şuhut, pazar kurulduğu günler pek faal bir manzara arzeder.
Şuhut tamamıyla eski SİNADA şehri üzerinde kurulmuş yeni bir kasabadır Tebeddülatı (geçirdiği değişimler) araziye burada eski bir şehir mevcut olduğunu tamamıyla izlemiştir. O halde ki arazi ve tarlalarını yüzünde yontulmuş veya işlenmiş taş hemen yok gibidir. Ara sıra tesadüfen bulunan eserler, dört beş metreden çıkmaktadır. Bu gibi tezahürat (ortaya çıkma, görünme) ) olmasa eski coğrafyacıların tarif ettikleri bu yerde kadim (eski) numunelerin mevcudiyetine kail olmak (inanmak) çok güçtür.
Şarl Teksiye’nin ((Charles Texier) SİNADA (Synnada) mevkiine dair olan tarifatını dinleyelim ;”SİNADA şehri orta Frikya’nın merkezi idi. Dairei hakimiyetinde (Dosimya), (Budos), (Anabora) ve (Ömeni) gibi bir takım küçük şehirleri birleştirilmiştir. Sinada’nın banisi (kurucusu), Truva muharebesinden sonra Frikya’ya gelerek yerleşen ve bilahare yanına Makedonya’dan müteaddit (çok sayıda) muhacirin kulları çağırıp getiren (AKAMAS) isminde biri olarak tanınmıştır. Bu şehir evvela istimar takımlarının heyeti mecmuası manasını tazammun edilen SİNADA tesmiye olunmuştur. (Bir çok farklı milletin oluşturduğu bir yer) Strabon da bu şehrin mevkii coğrafyasını tayin için SİNADA küçük şehri, on bir kilometre ve zeytin ağaçları dikilmiş bir ovanın nihayetindedir. Strabon’un tavsif ettiği ovada bugün zeytin ağacı değil, başka bir nevi ağaç da pek enderdir. Ehaliyi mahalliyede (Şuhut halkında) kökleşmiş kanaat, “bu havalide zeytin yetişmez ” merkezindedir. Tecrübe edip etmediklerini eşraftan sordum. Fakat tatminkar bir cevap alamadım. Halbuki zeytin olmaması halkı haşhaş yağı yemeğe mecbur kılmıştır. Bu yağın ekli, alışamayanlar için hint yağından daha ağırdır.
SİNADA, civarında mermer ocakları ile iştihar (tanınmış) etmiş bir yerdir. Buranın mermerleri Frikya mermeri namı ile maruf olup süs ve zenginliğin alameti olarak tavsif edilirdi. Asıl mermer ocakları Afyonkarahisar’a yakın bir mevkide eski ismi (Dokimion) olan İsce Karahisar mevkiinde bulunur. Hak ve traşa karşı sert olmadığı gibi billuratı ince pembemtrak ve mor renklerde serpme lekeleri bulunması, Romalıların indinde Sinada mermerlerine karşı pek fazla rağbet uyandırmıştır. Roma’da yapılan binalara buradan çok miktarda mermer celp edilmiştir. Bidayette (başlangıçta) orta büyüklükte mermer çıkartılırken sonraları yekpare sütunlar da almaya başlamışlardır Böylece cisim ve büyüklükleri tonlara varan mermer tabakalarının Frikya içinden denize kadar sürüklenmesi gibi zorluklara katlanılması, Sinada mermerlerine olan rağbetin (ilginin) derecesini gösterir. Bu rağbet ve ocakların işletilmesi Bizans İmparatorluğu zamanında da devam etmiştir.
Şuhut Kasabası halkından Hacı Mahmut Ağa isminde bir köylü, kasabanın hemen on dakika cenubunda (güneyinde) Mahmut Köyü yolu üzerindeki murasarrıf olduğu tarlada kirizme (tarlayı saban veya pullukla sürmek) yaparken lahite tesadüf etmiş ve bu buluştan lazım gelen makamatı (resmi makamları) haberdar etmiş ise de lahitin gayet büyük ve ağır olması ve o vakit araya umumî harbin de (Birinci Dünya Savaşı) girmesi eserin İstanbul’a nakline imkan bırakmamış ve nihayet üzeri örtülerek mahallinde bırakılmıştır.
1930 senesi baharında o havalide arkeolojik tetkikatta (incelemede) bulunan Amerikalı Mr. Backler ve Kalder namlı zatlar köylülerle temasa gelerek Şuhut Kasabası yakınında bulunan lahitin yerini öğrenmiş ve amele (işçi) tedariki ile etrafını açmış, fotoğrafını ve ölçülerini almış, bu esnada Maarif Vekaleti’ni haberdar etmekle beraber cevabın geciktiğini görünce herhangi bir hasar ve tahribe uğramasına meydan kalmamış olmak için eseri yeniden örtmüşler ve oradan ayrılmışlardır.
Afyon’a musavalatım (ulaştığım) gecesi Mr. Kalder ile istasyonda tesadüfen buluştum. Mumaileyh Mr. Backler’in Sar’ta (Salihli) bulunan Lidya yazıları hakkında tetkikatta bulunmak ve aynı zamanda benimle görüşmek üzere iki gün evvel İzmir’e gittiğini, Şuhut’taki lahitin büyüklüğü ve ağırlığı ve aynı zamanda buralarda onu taşıyacak vasıta bulunmadığı dolayısıyla nakline imkan hasıl olacağını tahmin etmediğini söyledi.
Cisim ve sikletleri tonlara varan eserlerin müzelere nakillerinin gerçi büyük külfetler ihtiyarıına vareste olduğunu bilmekle beraber ağırlıkları dolayısıyla yerlerinde bırakılmış olduklarını hiç hatırlamam. Ertesi gün Şuhut’a giderek lahiti yeniden meydana çıkardım. Ledelmeseha (göz kararı) beş altı ton sikletinde olduğu anlaşıldı.
Yol üzerindeki köprüleri de birer birer tetkik etmek lazım geliyordu. Bu da avdette (dönüşte) yapıldı. Bu cihetler anlaşıldıktan sonra da menfi (olumsuz) netice ile karşılandı. Bir gün sonra eski dostum Mr. Backler den İzmir’den bir mektup aldım. Burada benim lahitin nakli için Afyon’a gittiğimi öğrendiğini fakat lahitin yollarda bir kazaya uğramak ihtimaline mebni (dolayı) yerinde bırakılmasının doğru olacağı kanaatinde bulunduğunu ve hatta kasaba içinde bir cami önünde su haznesi olarak kullanılan kapağın da bu lahit teknesine ait bulunması fikrinde olduğunu yazıyordu. Nakil müşkilatını tasdik etmekle beraber böyle çok musanna (estetik) ve çok mühim bir eserin toprak altında bırakılmasına da kail (ikna edilmiş) olamazdım. Kolordu vesaitinden (araçlar) istifade etmek için Kumandan Derviş Paşa’ya (Ahmet Derviş) müracaat ettim. Lahitin evsaf ve sikleti (ağırlığı) hakkında izahat verdim. Derhal hüsnü kabul ve muvafakat gösterdi ve cerriaskal (caraskal) vesaire lazım gelen vesaiti ve büyük bir nakliye kamyonunu başta İstihkam zabitlerinden (subay) Himmet bey namında bir zabit ile Şuhut’a gönderdi. O vakit Afyon Valisi olan Fahreddin Beyefendi de (Fahrettin Kiper) iki küçük köprünün hemen tamir ve takviyesini sermühendislerine (başmühendis) emir buyurdular. Biz Şuhut’ta altı metre derinlikteki lahiti çıkarırken gece ve gündüz çalışılarak köprüler de tahkim olundu. Bir hafta sonra eser birer gün fasıla (ara) ile kapağıyla beraber Afyon istasyonuna ve oradan da Ankara’ya naklolulanarak Ogüst mabedinin önündeki bahçeye konuldu.
Eserin Ankara’ya nakli imkanını bahşeden müşarümileyh (bahsi geçen) Derviş Paşa merhumun gerek Kolorduca refakatime verilen Mülazım (Teğmen) Hikmet Beyin lahitin topraktan çıkarılması ve bilahasar (sapasağlam) istasyona nakli hususundaki mesbuk (kayda geçen) yardımlarını ve gerek bu telaşlı işlerimde bana büyük muavenetler (yardım) ibraz eden Fahreddin ve Maarif Müdürü Denizlili Talat Beyefendilerin namlarını (isimlerini) hürmetle anmayı bir kadirşinaslık addederim.
Şuhut Kasabası’nda Bulunan Lahit , A. Aziz Ogan, Türk Tarih, Arkeologya ve Etnoprafya Dergisi, Sayı :2, Temmuz, 1934, sayfa: 181-193)
Dönemin Müzeler Umum Müfettişi Aziz Ogan (1888-1956) tarafından kaleme alınan bu yazıda, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Şuhut’ta tarlada tesadüfen bulunan bir lahitin seneler sonra 1930 yılında yerinden çıkarılarak Ankara’ya nakli anlatılıyor. Aziz Ogan’ın lahitin toprak altından çıkarılmasına ve nakledilmesine ilişkin çalışmaları anlatırken 93 yıl önceki Şuhut’tan çeşitli kesitler sunması dikkatimizi çekti. Şuhut’un coğrafik konumu, çarşısı, pazarı, Şuhutlular hakkındaki değerlendirmeleriyle antik döneme ilişkin tarihi bilgiler içeren bölümler, geçmişimizden izler taşıyor. Türkiye’nin ilk arkeolog ve müzecilerinden olan Aziz Ogan İzmir Arkeoloji Müzesi’ni kurmuş ve İstanbul Arkeoloji Müzelerinin müdürlüğünü yapmıştır.