Şuhut Anayurt Gazetesi

ŞUHUT GELENEKSEL TARIM KÜLTÜRÜNDEN DAMLALAR

ŞUHUT  GELENEKSEL TARIM  KÜLTÜRÜNDEN DAMLALAR
498 views
30 Nisan 2023 - 21:35

Bugün sizlere Şuhut’ta yaşamın ayrılmaz bir parçası olan tarım kültüründen ve hasad geleneklerinden bahsetmek istiyorum.Her ne kadar göçebe kültürden gelsek de netice itibariyle tarım toplumuyuz ve toprakla olan tanışıklığımız yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. Bundan 70 – 80 sene önce Şuhut’un neredeyse yüzde 90’ı çiftçilik yaparak hayatını sürdürüyordu. İlçemizdeki geleneksel tarım uygulamaları, babadan oğula geçmek suretiyle asırlar boyu nesilden nesile aktarılarak devam etmekteydi.İnsanoğlu yaratıldıktan sonra ilk önce toprağı tanıdı.Toprağı işlemeyi ve böylece yiyeceğini üretmeyi öğrendi.Bu yüzden insanoğlunun en eski mesleği rençberliktir.Tarımın ve tarımsal faaliyetlerin tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. Benim çocukluk yıllarımda yani 1940’larda Şuhut ovasında ve köylerinde haşhaş, buğday, burçak, nohut ve mercimek sonbaharda ekilirdi. Çünkü bunlar kış şartlarına dayanıklı bitkilerdi. Buna karşılık arpa, pancar, kavun karpuz ve sümter; ilkbaharda ekilirdi. Mısır ise sadece bostan tarlalarının kenarlarına (anlarına) tek sıra halinde ekilirdi.Kış aylarında kar; nisan ve mayıs aylarında ise yağmur çok yağdığından mahsuller bugünkü gibi sulanmazdı. Pek çoğunuzun ” sümter” ismini ilk kez duyduğunu tahmin ediyorum. Sümter, buğday cinsinden olup taneleri buğday tanesinden daha ince ve uzundur.Eskiden Gali Çayı yarılmadığı için (yani dere yatağı oluşturulmadığı için) gelen sular devamlı taşar ve tarlalar su içinde kalırdı.Biriken sular uzun müddet tarlada kalır, ancak Mayıs ayı sonuna doğru çekilirdi.Kurumaya başlayan tarlaya sadece kara saban ile iki-iki buçuk ayda yetişen ve hasad edilen “sümter” ekilirdi. Buğday unuyla sümter unu karıştırılarak yapılan ekmekler hem lezzetli hem de yumuşak olur, uzun süre dayanırdı. Şuhut halkının kahir ekseriyeti çiftçilikle geçinirdi.Her evde kağnı veya at araba olurdu.Traktör ise parmakla sayılacak kadar azdı.Genelde öküz koşulurdu ve at (beygir) sayısı da azdı.Binit olarak (binek hayvanı) olarak her evde at ve merkep bulunurdu.Arpa ise ” ak” ve ” kara arpa” olarak ekilirdi.Tohumlarımız; yüzyıllar boyunca atalarımızın kullanageldiği, genetiği değişmemiş doğal ve sağlıklı tohumlardı. Buğday, ” kırmızı buğday” ve ” ak buğday” olarak iki cinsti. En güzel kırmızı buğday Efe Köyü’nde ve İsalı’da yetişirdi.1960’lı yıllarda patates bahçelere (sulandığı için) ve Gali Çayından ya da su değirmenlerine giden su arıklarının geçtiği tarlalara ekilirdi.O yıllarda henüz endüstriyel bir bitki değildi.Yine 1960’lı senelerde pancar da tıpkı patates gibi çok az ekilirdi.Yetişen pancar bitkisi ağaç saplı kancalarla insan gücüyle topraktan çıkarılırdı.Pancar sökümü yapan işçilere ” tepki ” parası olarak 1 lira, ” kırkıcı ” ücreti olarak ise 75 kuruş ödenirdi.Şuhut ve civarında 1960’lı yılların ortalarına kadar insan ve hayvan gücüyle ziraat yapılırdı. Henüz makinalı tarım devri başlamamıştı. “Mart içeri, çiftçi dışarı” diye bir söz vardı.Baharda kadın işçiler haşhaş, pancar ve karpuz çapası yaparlardı.Tarladaki otun durumuna göre mutlaka “ikileme” , ” üçleme ” çapa yapılırdı. Bundan 60 -70 sene önce “fenni gübre” bilinmez ve kullanılmazdı. Tarlaya sadece hayvan gübresi atılırdı. Zirai ilaç hiç yoktu.Ekinlerdeki yabani otlar elle yolunarak temizlenirdi. O yıllarda “bakla otu”, “beleyen”, “yavraz” ve “sirken otu” çok olur, çiftçiyi canından bezdirirdi.”Mart içeri, çiftçi dışarı ” dedik ya, Şuhut çiftçisi ak mahsul ekilen ovada nadasa bırakılmış olan tarlalara 10-15 günlüğüne yatılı olarak giderlerdi. Bugün yarım veya bir saatte gidilebilen uzak mevkilere o tarihlerde saatler süren yolculuktan sonra ulaşılırdı Tarlalar ” birleme”, ” ikileme” yapılarak sürülürdü. Neredeyse 15 gün ovada kalan çiftçilerin yiyecekleri genelde hamur işi ( katmer, bükme, hamırsız ve hamur aşı) ile yoğurt olurdu.Gün döndükten ( 21 Haziran ) sonra Temmuz başına kadar Şuhutlu çiftçi ailelerinin kır işi olmadığından dinlenme dönemi başlardı. Genelde at arabalarıyla konvoy halinde hamamlara yani kaplıcalara gidilirdi. Kızılkilise, Gecek, Ömer, Gazlıgöl ve Sandıklı Hüdai kaplıcalarına gidilerek yorgunluk atılırdı.Tatil (hamam) dönüşü ilk iş olarak haşhaş tarlasına girilir, en çok 15 – 20 gün süren Afyon sakızı – sütü hasadı yapılırdı. Buna “ÇİZGİ ve ALGI zamanı ” denirdi.Olgunlaşan yeşil haşhaş kellelerinin 3 gün içinde çizilerek sütünün alınması gerekir.Yoksa vakti geçirilen kelleden süt çıkmaz. Bu yüzden haşhaşı olan herkes, kadın – erkek, esnaf – sanatkar, Ağa – paşa farketmez, cümlesi çizgiye giderdi.”Çizgi “, baş parmak tırnağı büyüklüğünde yuvarlak, bıçağı çakı bıçağı sapı kadar, ağaç çubuğun ucuna geçirilmiş basit bir alettir. “Algı” ise 3-4 cm. eninde, 15 cm. uzunluğunda, bir kenarı keskin, diğer kenarı uzunlamasına hafif bükülmüş ağaç veya demir saplı bir alet olup haşhaş sütünü almaya yarar. “Çizgi” ile çizilen kelleler 24 ilâ 30 saat güneşte piştikten sonra “algı” ile alınır. “Algı” aletiyle toplanan afyon sakızı bir süre güneşte yumuşatıldıktan sonra elle yoğurularak göz kararı ile bir – bir buçuk kiloluk topak haline getirilir.Ardından, sararmaya yüz tutmuş haşhaş yapraklarına sarılarak satışa hazır hale getirilir.Afyon sakızı ya tüccara ya da Toprak Mahsulleri Ofisine (T.M.O) satılır. Afyon hasadından elde edilen gelir Şuhutlu çiftçi ailelerine rahat bir nefes aldırırdı.İnsanlar ihtiyaçlarını görürdü.Afyon hasadı o kadar önemliydi ki, taze çocuklu gelinler-anneler bile çocukları ile beraber tarlaya ” çizgiye” giderdi.Tarlada sağlam üç tane sırığın uçları kanca veya tokayla birleştirilerek çadır kurulurdu. Çadıra bağlanan salıncağa bebek yatırılırdı. Bebek, afyon (haşhaş ) kokusundan dolayı akşama kadar baygın şekilde salıncakta uyur ve hiç ağlamaz, annesi de tarlada çizgi yapardı.Arada bir salıncak kontrol edilirdi.Afyon ekimi ve satışı 1971 yılına kadar devam etti.O yıldan sonra devlet yasakladı ve bu karar Şuhut ve civarında ekonomik olarak ciddi bir kayba neden oldu.Afyon sakızını anlattık, gelelim haşhaş hasadına.Haşhaş kelleleri kurumaya başlayınca (tepesi açılmadan) saplarından koparılır ve bele dolanan “önceklere” doldurulurdu.Dolan önlük – öncekler, büyük çuvallara boşaltılırdı. Ardından haşhaş kellesi, elle insan gücüyle, haşhaş kırma makinasıyla kırılırdı. Peşinden de folusla- kalbur ya da elekle üç kere elenerek haşhaş elde edilirdı. Kabuğu ise mahalle fırınlarında ekmek, bükme pişirmek üzere yakacak olarak kullanılırdı. Haşhaşın “KAVLUK” adı verilen sapı ise evlerde yakacak olarak kullanılmak üzere tarladan yolunurdu. Yoksul aileler, maddi imkanı olmayan dul kadınlar, haşhaş ekimi yapanlarla ” biz ücret almadan sizin haşhaşı kıralım, kavlığı (sapını) yolalım, siz de bize kavlığı arabayla evimize getiriverin, yakacak olarak kullanalım ” diye anlaşırlardı.O zamanlar fakirlik çoktu ama zengin-fakir ayrımı yoktu, ağız tadı, sevgi-saygı ve paylaşım vardı.

KAVUN KARPUZ HASADI;
Eskiden Şuhut’ta bostan kültürü çok yaygındı.Her aile kendine ait tarlalardan birine mutlaka kavun karpuz ekerdi. Şuhut’ta karpuza genelde “bostan” denirdi. Bostan tarlasına hayvanların zarar vermesinden korumak için “HANAY” çadırı ve ” üç ayak yer çadırı” kurulurdu. Bu çadırlarda ailenin yaşlıları ve 13-15 yaşlarındaki çocukları beklerdi. Mahsul olgunlaştıktan sonra ” bostan bozulur” ve köklerinden koparılan kavun-karpuz arabalara yüklenir. Tarladan eve gelinceye kadar Şuhut’un cadde ve sokaklarından geçilirken yolda kime rastlanırsa onlara kavun veya karpuz dağıtılırdı. Eve girinceye kadar arabanın yarısı dağıtılmış olurdu. Bu adeti istisnasız bütün bostan sahipleri gönül huzuruyla yapar ve mutluluk duyardı. Bu nedenle Şuhut çarşısında eskiden seyrek olarak kavun karpuz satılırdı.Çünkü herkes, dağıtılanlardan nasibini almış olurdu. AK MAHSUL HASADI; O yıllarda ekinler, burçak, mercimek, nohut olgunlaşıp kurumaya yüz tuttuğunda nohut, burçak (hayvan yemi) ve mercimek elle yolunurdu. Bunlar sal arabalarıyla harman yerine getirilir, ardından ” düven” ile sürülerek iyice ezilir. Sonra harman; yitki, tırmık ve tahta harman küreği ile “tınas” haline getirilerek toplanır. (Tınas veya tınaz; “dövülerek savrulmaya hazırlanan ekin yığını” demektir) Rüzgar çıktığı zaman ” yaba” ile savrularak taneler samandan ayrılır. Taneler; folusla kalburla çalkalanarak çuvallara doldurulur.Saman tekrar toplanarak tınas haline getirilir. Arpa ve buğday hasadına gelince, bu mahsuller ovalarda tırpanla biçilir, felkeler ananatla deste haline getirilir.Kalanlar da tırmıkla toplanır. Dağlarda, yamaç ve bayır yerlerdeki mahsuller elle orakla biçilip toplanır. Önce arpalar, sonra da buğdaylar olgunlaşıp biçilir.Arpa ve buğdayın biçilmesi ” tırpan” adı verilen aletle yapılır. Tırpan işini herkes yapamaz ve beceremez. Çünkü tırpan biçmek çok zor ve gerçekten yorucu bir iştir. Tırpan zamanı Şuhut’a dışarıdan tırpancılar gelir .Özellikle Afyonkarahisar’ın Kumartaş Köyü’nden gelen tırpancılara talep olurdu. Kumartaşlı tırpancılar; becerikli, sanatkar ve çalışkan olarak bilinirdi. Bunlar Şuhut’a gelir ve o tarihte mevcut olan iki hana yerleşirlerdi. Şuhutlu çiftçiler hana gelerek tırpancılarla pazarlık yaparlardı. Eğer anlaşma olursa, Şuhutlu çiftçi tırpancının tırpanını alır evine götürürdü.Yani cayıp da başkasına gitmesin diye işi sağlama alırlardı. Sabah çok erken saatte tırpancı handan arabayla alınıp biçilecek tarlaya götürülürdü. Tarla büyükse 2-3 tane tırpancı tutulurdu. Kuşluk vaktine kadar biçilir, ondan sonra sabah ekmeği (kahvaltı ) yenir, öğlen ve akşam vaktinde de tırpancıya yemek verilirdi.Az da olsa bazı Şuhutluı çiftçiler, diğerlerinin aksine kendileri tırpan biçmeyi tercih ederdi. Yukarıda ifade ettiğim gibi, tırpan biçmek herkesin harcı değildir.Hele hele tırpanın ağzını bilemek, keskinleştirmek anlamına gelen “dişeymek”, o kadar zordur. Bu nedenle çiftçilerin ekseriyeti tırpancı tutmayı tercih ederdi. Ne acıdır ki o yıllarda tırpan aleti yapamazdık ve genellikle Avusturya’dan ithal edilen tırpanlar kullanılırdı.Tırpancının ardından biçilen ekin felkeleri ananat ile toplanarak deste yapılır. Geri kalanı ise tırmıkla toplanır.Bu işlemlerden sonra tarlada kalan ve dökülen arpa ve buğdaya dokunulmaz. Bu sırada fakir ve dul kadınlar tarla sahibinin iznini alarak tarlada kalmış olan arpa ve buğdayı toplamak üzere gelirler.Tarla sahipleri izin verir.Bu örnek o yıllardaki fakirliği gösterdiği gibi Şuhut’taki sosyal yardımlaşmayı ve paylaşımı anlatmaktadır.Yoksulların topladığı başak yani “arı buğday” eve götürülür ve kurutulduktan sonra dibekte veya yaygı üstünde çamaşır tokasıyla dövülür.Arı buğdaydan bulgur, göce, düğü, nişasta, tarhana ve keşkeklik yapılır.Arı buğdaydan yapılan ekmek çok lezzetli olur. “Delece” denilen karşılıklı çatılmış uzun sırıklarla “saldan” oluşan etrafı uzun sırıklarla dikili arabalara konulan ekinler tarladan harman yerine taşınır. Şuhut’ta o yıllarda harman yeri Altıgözden Toki konutlarının bulunduğu “Mermerli Kuyuya”, Küçük Sanayi Sitesinden Gerenliğe kadar uzanırdı. Harman yerinde herkesin yeri belliydi. Kimse kimsenin yerine sap dökmezdi. “Harman komşuluğu” çok değerliydi. Hasad zamanı harman yerinde yatılır, şafak sökerken ya da ay doğduğunda sap çekmeye tarlaya gidilirdi.Sal arabaya konularak harman yerine getirilen saplar, araba ve kağnı arka üstü devrilerek ” ıramas” yapılır. Tarlalardaki saplar harman yerine getirildikten sonra “ıramaslar” çekki denilen alet ve dirgenle yayılır. Düvenler hayvanlara koşulur ve saplar sürülmeye başlanır. Aktarıla aktarıla (dirgenleme ve kürekleme ) saman haline gelinceye kadar sürme işlemi devam eder. Bu işleme ” DÜVEN SÜRME” ve neticesine de ” HARMAN ÖLME” denir.Tınas haline getirilen bütün harmanlar, yaba ile savrularak taneler samandan ayrılır. Taneler harman küreği ile toplanıp çeş (yığın-küme) halinde biriktirilir. Saman da toplanır tınas haline getirilir. Taneler folusla ve kalburla elenir, çuvala konulur. Çuvallar arabalarla evlere getirilip ambarlara boşaltılır. Eğer bir kısmı satılacaksa tüccara veya Ofise (T.M.O) götürülür. Samana gelince; araba veya kağnıya kıl dokuma geriler döşenir. Saman, “atkı” denilen büyük yabalarla geriye doldurulur, eve getirilerek samanlığa boşaltılır. Atalarımız;” Harmanı kaldıran geridir”, Evi onduran ( idare eden, çekip çeviren) karıdır ” demişler.Şuhut ve civarında harman zamanı; Temmuz’dan 15 Eylül’e kadar sürer. Harman komşuluğu, gerek sap saçmada, harman aktarmada, gerekse düveni biten düven sürmede ve savrumda birbirlerine yardımcı olurlar .Eskiden tarla işleri için kıra günü birlik gidip gelmek mümkün olmadığından çiftçilerimiz harman yerinde yatıp kalkardı.Bu nedenle harmanda yatanlar akşam ve yatsı namazlarını Kuyubaşı’nda cemaatle toplu olarak kılardı. Eğer Ramazan ayı harmana rastlarsa teravih namazı da aynı yerde toplu şekilde kılınırdı. Harman kalktıktan sonra çiftçilerimiz, kendi aileleriyle “DİKENLİK ” adı verilen börekli baklavalı, etli sütlü bir güzel ziyafet çekerlerdi.Not; Şuhut’ta eskiden tarladan mahsul kaldırıldıktan sonra çiftçilerimiz hem tarlayla vedalaşır hem de Allah’a vermiş olduğu nimetlerden dolayı şükrederdi. Kazasız belasız, bereketli bir hasad sezonu nasip ettiği için tarladan dua ederek ayrılırlardı.Çiftçi ekini kaldırdıktan sonra tarlaya doğru dönerek;’EY TARLA !ALLAH BİN BEREKET VERSİN. KOYUP GİDEN NUR İÇİNDE YATSIN. NASİP OLURSA SENEYE BULUŞMAK ÜZERE ALLAHAISMARLADIK” diye dua edilirdi. Bu dua üç kere tekrar edilirdi.