Türk toplum hayatında ”TÜRBELERİN” ayrı bir yeri ve önemi vardır. Mevcut yerleşik anlayışa göre, türbelerde yatan kişilerin ALLAH (C.C) indinde önemli bir yeri vardır ve insanlar burada bir dilekte bulunursa bu isteğin gerçekleşeceğine inanılır. Bu düşüncenin itikadi boyutu tartışılabilir. Yardım ancak Allah’dan dilenir. (Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz. Fatiha 5).
Çeşitli hastalıklar, kısırlık, nazar, büyü, kısmetsizlik, işsizlik, uğursuzluk, kıtlık, kuraklık, sınav stresi vb. birçok sebepten insanlar türbelere müracaat ederler. Türbede yatan mübarek kişinin yüzü suyu hürmetine, talep edilen şeylerin yerine getirileceğine inanan halkımız asırlardır bu mekânları ziyaret eder ve dilekte bulunurlar.
Şuhut ve civarında pek çok türbe mevcuttur. Başta ilçe merkezi olmak üzere hemen her köyümüzde bir ya da birkaç türbe vardır. Bu türbelerde, yatırlarda yatmakta olan kimseler hakkında fazla bir belge ve bilgi bulunmamaktadır. Şuhut bölgesindeki türbelerde medfun olan kişilerin genellikle Horasan, Semerkand gibi yerlerden gelen derviş alp-erenler olduğu, Rumlarla yapılan savaşlarda şehit düştükleri rivayet edilmektedir. Son zamanlarda İstanbul’u fethetmeye giden İslam ordularının Şuhut, Karaadilli, Yalvaç bölgelerinde Bizanslılarla savaşlar yaptığı, ünlü komutanlardan Battal Gazi’nin muhtemelen Anayurt köyü civarında bir çarpışmada şehit düştüğüne dair bilgilerin gün yüzüne çıktığı ifade edilmektedir. Kimi kaynaklar Battal Gazinin Şuhut’ta şehit olmasına karşılık mübarek bedeninin Seyitgazi’ye ya da Malatya’ya götürüldüğü ileri sürmektedir.
Yöremiz türbeleri içinde en tanınmış olanı Mahmut SULTAN Türbesi’dir. Buraya her gün Anadolu’nun muhtelif yerlerinden yüzlerce ziyaretçi gelir. İnanç turizmine ilişkin internet sitelerinde Mahmut Sultan Türbesi’nin hangi hastalıklara iyi geldiği, ulaşımın nasıl sağlandığı detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. Türbede yatan zatın tam isminin Şeyh Hacı İbrahim bin Mahmut olduğu, Horasan’dan geldiği, Şuhut’un fethi sırasında büyük yararlılıklar gösterdiği söylenmektedir. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin arkadaşı olduğu ifade edilen Mahmut Sultan’ın doğum ve ölüm tarihleri bilinmemektedir. Muhtemelen 13. Yüzyılda yaşamış ve asırlardır halkın gönlünde yer etmiş bir derviş olduğu tahmin edilmektedir. Şuhut’taki diğer türbelerin bazıları şunlardır: Genç Ahmet, Mahmud Şuhudi, Sarı Baba, Çökek Dede, Meddah Dede, Civan Mehmet, Kara Dede, Arap Dede, Sultan Ana, Sarı Şemseddin, Karaadil Dede, Efe Sultan, Şeyh Hamza Dede, Beklice, Sarı Kız, Tahtalı Dede, Kavak Dede, Can Dede, Pelit Dede, Seydi Sultan, Şeyh Aşık, Gedi Geren, Şeyh Muslihiddin, Ömer Seydi Dede, Nazar Seydi Sultan… Bu listeyi daha da uzatmak mümkündür. Türk Milleti’nin inanç dünyası öyle geniş ve renklidir ki, türbeler konusu bile yüzlerce kitaba konu olabilir.
Ancak eldeki belge ve bilgilerin yetersiz oluşu sebebiyle ”bu türbelerde kim yatıyor?” sorusuna net bir cevap bulamıyoruz.Türk Milleti “tarih yapmaktan” ”tarih yazmaya” fırsat bulamadığı için geçmişimize ait pek çok bilgiden mahrumuz. Dilden dile anlatılan şifahi bilgi kırıntıları ile kör karanlıkta yol almaya çalışıyoruz. Belki türbe: bir âlime, bir valiye, bir sanatkara veya şaire ait. Ancak yöremizdeki türbelerin, yatırların nerdeyse tamamında şöyle bir şablonla karşılaşmaktayız: Burada yatan zat, Horasan’dan, Semerkand’dan gelme, Bizans kuvvetleriyle yapılan savaşta şehit olmuş, gerek sağ iken gerekse öldükten sonra olağanüstü şeyler yapan, evliya özellikleri gösteren bir kişidir… Hiç unutmayalım ki, İstanbul’u fethe giden İslam orduları en şiddetli muharebeleri Şuhut bölgesinde yaptılar. Bu çarpışmaların birinde de Enes bin Malik’in sancaktarı Malik bin Şebib şehit olmuş, Anayurt’ta toprağa verilmiştir. Anayurt’taki türbede yatan zat muhtemelen Malik bin Şebib’tir. Yine Selçuklularla Bizans kuvvetleri arasında yapılan MİRYAKEFALON SAVAŞI, Şuhut-Karaadilli-Yalvaç hattında meydana gelmiş, şehit olan askerler yöremize defnedilmiştir. Şüphesiz ŞEHİTLİK o gün olduğu gibi bugün de milletimizin en çok önem verdiği kavramların başında gelmektedir. Şehitlerin Allah katında çok özel bir yeri vardır. Allah, din, vatan, namus uğrunda can verenler, milletin kalbinden ve hafızasından asla silinmezler. Mehmet AKİF’in ifadesiyle:
‘’Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber/Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.’’
Şuhut Türbelerinden sadece iki tanesi hakkında yazılı belgeler bulunmaktadır. Bunlar Seydi köyündeki Seydi SULTAN ve Efe köyündeki Efe Hamza Sultan türbeleridir. Diğer türbe ve yatırlarımız hakkında şifahi bilgiler, rivayetler, söylentiler mevcuttur. Biz bu yazımızda Seydi Köyü ve Seydi Sultan Türbesi’nin mazisine bir yolculuk yapacağız.
SEYDİ SULTAN KİMDİR?
Şuhut ilçe merkezine 6 km. uzaklıktaki Seydi Köyü’nde bulunan SEYDİ SULTAN TÜRBESİ, asırlardır Şuhutlular’ın önemli ziyaret yerlerinden biri olmuştur. Bir kısım araştırmacılar, türbede Germiyan Beyi 1.Yakup Çelebi’nin yattığını ifade etmektedirler. Bu iddianın en önemli savunucusu Afyon Müzesi eski müdürü merhum Süleyman Gönçer’dir. Bu görüşe iki taraftan itiraz gelmiştir. Birinci grup: türbede Sinan oğlu Şeyh Halil adında bir Mevlevi şeyhinin yattığını ileri sürerken, diğer görüş sahipleri de burada yatan kişinin Seydi Balım Sultan adlı bir derviş olduğunu belirtmektedirler.
1- Şuhut, Türkler tarafından fethedildikten sonra gerek beylikler döneminde, gerekse Osmanlı Devleti zamanında önemli bir ilim, kültür ve ticaret merkezi haline gelmiştir. 18. Yüzyıl’dan sonra yavaş yavaş önemini yitirmiş, ileri gelen aileler (Eşraf ) Afyon şehir merkezine göçmüştür, 1862 büyük depreminden ise hızlı bir gerileme dönemine girmiştir.
Şuhut’un 16. yüzyılda devlete ödediği vergi, mevcut vakıf gelirleri neredeyse Afyon ve Bolvadin’e eşit miktardadır.
2- Asıl konumuz olan Seydi Köyü ise Şuhut’un en önemli köylerinin başında gelmektedir. Seydi Köyü zengin ilim ve kültür hayatıyla Mevleviliğin önemli merkezlerinden birisidir. Köydeki zaviye ve medrese 14. yy.’dan 19. yy. sonuna kadar kesintisiz eğitim vermiştir. Burada önemli müderrisler hocalık yapmışlardır.
3- Seydi Köyü’nde ki eğitim, kültür ve vakıf hizmetleri Germiyanoğulları Beyliği döneminde başlamıştır. (14.yy.)
4- Seydi Köyü bugün harabe ve terk edilmiş bir durumda olmakla beraber bir zamanlar gerek konumu, gerek doğal güzellikleri ile (sazlık, dere, pınar, ağaç ) ile dillere destan bir yer idi. Hem halkın, hem ilim erbabının uğrak yeriydi. Zengin bitki örtüsü kuş ve diğer nadir hayvan türleri ile cennet misali bir köydü. Öyle ki Beyler, Komutanlar, Valiler gezmek avlanmak için Seydi Köyü’ne gelirlerdi. Şuhut’un en tanınmış türküsü olan Molla Ahmet Türküsü’nün acıklı hikâyesi de Seydi Köyü’nde geçer. Molla Ahmet’i kıskanan kişiler, onu eğlenmek bahanesiyle Seydi Köyü’ne davet ederler ve bir fırsatını bulup Kırkpınar mevkiinde öldürürler. Gerçek olan bu olay üzerine halk tarafından bir türkü yakılır.
5- Bu hususları tespit ettikten sonra ilk olarak Şuhut’ta Germiyanoğlu Beyliği hâkimiyetine dönelim. Çünkü bir kısım araştırmacılar Seydi Köyü’ndeki türbede yatan kişinin Germiyan Beyi 1. Yakup Çelebi olduğunu ileri sürmektedirler. Anadolu’daki büyük beyliklerden olan Gemiyanoğulları, merkezi Kütahya olmak üzere Afyon, Denizli ve Uşak yörelerinde hâkimiyet kurmuştur. Şuhut 1341 yılında bu beyliğe dâhil olmuş, 1364’de elden çıkmış (Hamitoğullarına geçmiştir.) 6 yıl sonra yeniden Germiyan toprağı olmuştur. Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt Germiyanoğulları’na Damat olunca Şuhut < düğün hediyesi> olarak kendisine verilmiştir. 1392 yılında kayınbiraderi 2. Yakup beyle beraber Şuhut’a gelen Yıldırım Beyazıt yol üzerindeki Ağzıkara köyüne uğramış, bir hayli yorulan ve susayan sultana, köyden Humar Ana (veya Hammar Ana) su vermiş, sofra açmıştır. Bu yaşlı Türkmen anasının ilgisine karşılık Yıldırım Beyazıt Ağzıkara’yı bu mübarek kadına ve evlatlarına vakfetmiştir. Ancak Timurla yaptığı Ankara (Çubuk) savaşını kaybedince Şuhut 3. kez Germiyan topraklarına katılmış, bu dönem 13 yıl sürmüş ve nihayet 1415’de Şuhut Osmanlı Devleti topraklarına dahil olmuştur.
Germiyan Beyliği o dönem Anadolu’da çok etkin olan Mevleviliğe bağlıydı. Öyle Ki, Mevlana Celalettin-i Rumi’nin çocuklarına kız vererek akraba bile oldular. 1. Yakup bey de bir Mevlevi idi ve <Çelebi> unvanını almıştı. <AFYON İLİ TARİHİ> adlı 2 ciltlik çok kıymetli bir eseri bizlere kazandıran Merhum Süleyman Gönçer, Seydi Köyü türbesinde 1. Yakup Çelebi’nin yattığını ileri sürmektedir.
1- Gönçer’e göre 1. Yakup Çelebi 1343 veya 1344’de Seydi Köyü civarında Ulupınar mevkiinde vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir. Merhum Gönçer’i, bunu Sandıklı Kale Kitabesinden çıkardığını ifade etmektedir. Ancak bu ifade hayatın normal akışına terstir. Netice de ölen sıradan bir insan değil koskoca bir beydir. Şuhut’la Kütahya’nın arası 120 kilometre civarında olduğuna göre, o günün şartlarında 1,5 — 2 Gün sürecek yolculuğu yapmayıp bir beyi öldüğü varsayılan yere defnetmek bize göre zorlama bir ifadedir. Üstelik bu iddiayı Süleyman Gönçer’den başka dile getiren olmamıştır. Tarihçilerin neredeyse tamamı 1. Yakup Çelebi’nin kabrinin belli olmadığı görüşündedirler. Mesela İsmail Hakkı Uzunçarşılı 1. Yakup Çelebi’nin vefat tarihinin ve mezar yerinin belli olmadığını, ölümünün 1327’den sonra olabileceğini ifade etmektedir.
2- Evliya Çelebi ise 1. Yakup Çelebi’nin kabrinin Kütahya’da Serkeş Bağları’nda olduğunu yazar.
3- Germiyanoğulları konusunda otorite kabul edilen ve bu beyliklerle ilgili bir doktora tezi hazırlayan Prof. Dr. Mustafa Çetin Varlık, arşivinden yaptığı araştırmalarda Merhum Süleyman Gönçer’i destekleyecek bir ize rastlamadığını, şayet 1. Yakup Çelebi’nin türbesi Seydi Köyü’nde olsa mutlaka arşivlerde kaydının olması gerektiğini söylemektedir. Varlık, 1.Yakup’un ölüm tarihinin 1343 veya 1344 olduğunu, Seydi Köyü’nün 1387 yılında son Germiyan Beyi 2. Yakup tarafından Sinanoğlu Şeyh Halil’e vakfedildiğini yazar.
4- Germiyan Beyliği ve Kütahya üzerine inceleme yapan bir kısım uzman ise kendisi de Kütahyalı olan Evliya Çelebi’nin görüşüne itimat edilmesi gerektiğini söyler. Ancak Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde yer yer abartılı ifadeler kullanması ve hissi davranması gözden ırak tutulmamalıdır. Kısaca 1. Yakup Çelebi’nin ölüm sebebi, yeri, yılı, kabri hayli ihtilaflı bir konudur. Söz konusu dönemde Anadolu’nun çok karışık ve sıkıntılı bir süreç yaşadığı göz önüne alınırsa kesin bir
hükme varmanın zorluğu ortaya çıkar. Ancak
Merhum Süleyman Gönçer’den başka < 1. Yakup Çelebinin Kabri Seydi Köyü’ndedir> diyen çıkmamıştır.
Bir diğer görüşe göre Seydi Köyü türbesinde yatan kişi Sinanoğlu Şeyh Halil’dir. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi 2. Yakup 1387 yılında Seydi Köyü’nü Şeyh Halil’e vakfetmiş, ardından zaviye ve Medrese kurulmuştur. Peki Şeyh Halil Kimdir? Maalesef bu konuda da elimizde fazla bir bilgi yok. Elimizdeki en önemli belge 2. Yakup’un Şeyh Halil’e köyü verdiğine dair vakıf senedidir. Ve bu vakfiye (Arapça) Başbakanlık arşivindedir. 1530 yılına ait Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri’nde Seydi Köyü, Halil Seydi Köyü olarak geçmektedir.
5- 1973 yılı yapımı Yunus Emre Gönüller Fatihi filminin bir kısmı Seydi Köyü’nde çekilmiştir. Özdemir Birsel’in yapımcı olduğu filmde Hakan Balamir, Müfit Kiper, Altan Bozkurt, Atıf Kaptan, Şükriye Atav, Rıza Tüzün ve Ali Şen oynamıştır. Filmin bazı sahnelerinde başta Merhum Abbas Bağır ve Ali Öncül olmak üzere pek çok Şuhutlu rol aldılar. Film büyük ilgi gördü ve 1974 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde 10 Dalda ödül kazandı. Ülkemizde çekilen en iyi Yunus Emre Filmidir.
Şeyh Halil kuvvetle muhtemel bölgede sevilen bir Mevlevi Şeyhi idi. Mevlevilikte Çelebi, Sultan, Dede, Şah ve Şeyh gibi unvanlar vardır. Şeyh Halil’in önemli Mevlevi şeyhi olduğu daha sonra Seydi Köyü’nde asırlar sürecek tebliğ, irşad ve eğitim faaliyetlerini başlattığını söyleyebiliriz. Kayıtlarda “Germiyan zade Yakup Bey Vakfı” ibaresi 14.yy. dan 19.yy.’ın sonuna kadar (1875 yılı) devamlı kullanılmış, köydeki zaviye ve medreseler eğitime devam etmişlerdir. Buradaki eğitimin kalitesi hakkında bir örnek vermek istiyorum. Afyon Müzesi’ndeki bir belgeye göre <1849 yılında Karahisar-ı Sahip Hisarı’na Bağlı Şuhud Kazası’nın Seydi Köyü’nde Germiyan–zade Yakup Bey Vakfı’nın Zaviyedarı Süleyman vefat etti . Yerine evlatları Hüseyin Hüsnü ve Mehmet Niyazi Efendiler Zaviyedar tayin olundu.> Bu iki kardeş medresede müderrislik yapacaklardır. Mehmet Niyazi Efendi 1847’de İstanbul’a giderek müderrislik sınavına girer ve başarılı olarak Şuhut’a döner. Kardeşi Hüseyin Hüsnü ile 1868 e kadar Seydi Köyü’nde müderrislik yaparlar, (Kısa bir Hatırlatma bu dönmede Şuhut ve Köyleri’nde 12 Medrese bulunmaktadır.) Mehmet Niyazi Efendi daha sonra İstanbul’a gider uygun görülerek Galatasaray Sultanisine (Lisesine) Osmanlı Edebiyatı ve Arapça Hocası olarak tayin olunur. Ne yazıkki 1872’de genç yaşta vefat eder <Niyazi ahlasıyla şiirler yazar, ölümünden 2 sene sonra divan arkadaşları tarafından bastırılır.
Bir kısım araştırmacı, eldeki bilgiler ışığında Seydi Sultan Türbesi’nde yatan kişinin Sinanoğlu Şeyh Halil olduğunu ifade ediyor. Köyün 1387’de Şeyh Halil’e vakfedilmesinin ardından Halil Seydi Köyü adını aldığını arşiv kayıtlarında görmekteyiz.
6- Ancak Türbede bir kitabe olmadığından veya varsa da çalındığından arşiv belgelerine ulaşılamıyor.
Ayrıca türbe etrafındaki kabirler defineciler tarafından talan edilmiş, bize ışık tutacak eski Türkçe –Osmanlıca yazılı mezar taşları çalınmıştır. 1993 yılında şimdiki Şuhut Belediye Başkanı Recep BOZKURT beyle Seydi Köyü’nü ziyaret etmiş, birçok mezar taşının fotoğraflarını çekmiştik. En son Seydi Köyü ziyaretimde o mezar taşlarının tekinin bile kalmadığını üzülerek görmüştüm. Özetleyecek olursak; Köyün Şeyh Halil’e vakfedilmesi ve asırlarca bu zatın evlatlarının ve neslinin zaviyedarlık yapması bu görüş sahiplerinin tezini güçlendiriyor.
Bir başka ilginç husus, hemen hemen aynı tarihlerde 2. Yakup Bey Efe Köyü’nü Efe Sultan Hamza Beye, vakfediyor. Peki 2. Yakup bu insanları nereden tanımaktadır? Bu tarihlerde 2. Yakup Bey, Şuhut ve Uşak’ta Valilik yapmaktadır. Gerek Şeyh Halil’i gerekse Efe Sultan Hamza Beyi valilik yaptığı için yakından tanıdığını düşünüyoruz. Babası Süleyman Şah’ın ölümü üzerine 2. Yakup tahta oturuyor. (1387) Germiyanoğulları Beyliği en parlak dönemini onun zamanında yaşanıyor. 2. Yakup tahta oturup Bey olmasından sonra hem Seydi Köyü’nü hem de Efe Köyü’nü tanıdığı ve sevdiği, Bu iki değerli insana vakfediyor.
3. Görüş olarak türbede yatan kişinin Seydi Balum Sultan olduğu ifade edilmektedir. Seydi Balum Sultan Yunus Emre nin arkadaşlarındandır. Bugün ülkemizde Yunus Emre ye ait olduğu idda edilen 6 mezar vardır ve biride Sandıklı’ da Yunus bir şiirinde Şöyle der;
“Seydi Balum Sultan İlinden,
Şeker damlar dilinden,
Dost bahçesi yolundan,
Eve dervişler geldi…
**************
Yunus Kulun umutsuz,
Kimsesi yok Yalunuz,
Dost bahçesi Yolundan,
Eve dervişler geldi.”
Bazı araştırmacılar Seydi Balum Sultan’ın Germiyan Beyi 1. Yakup Çelebi olduğunu iddia ediyorlar. 1. Yakup Çelebi, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli aynı dönemin değerli şahsiyetleridir. 1.Yakup, Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’ya yolladığı alperenlere sahip çıkmıştır. Mevleviliğe gönül vermiş, Mevlana Celaleddin-i Rumi ile kız vererek akraba olmuştur. Yunus Emre gibi bir gönül deryası ile o günün şartlarında karşılaşması muhtemeldir. Ancak Yunus’un bir şiirinden hareketle Seydi Balum Sultan’ın 1. Yakup Çelebi olduğunu söylememize imkan yoktur. Bu iddiayı Yunus Emre’nin Mezarı Sandıklı’dadır diyen araştırmacılar dillendiriyorlar. Germiyanoğulları Beyliği kültür hayatını inceleyen uzmanlar bu iddiayı destekleyecek bir vesikaya ulaşamadılar. Görüldüğü gibi 1. ve 2. görüşü paylaşanlar türbede 1. Yakup’un yattığını ifade ediyorlarsa da, eldeki belgeler, arşiv bilgileri döneme ilişkin araştırmalar bize bu hükmü verdirecek kadar kesinlik arz etmiyor. Şeyh Halil ihtimali daha kuvvetli gözüküyor.
Özetleyecek olursak, Seydi Köyü’ndeki türbede yatan mübarek her kim olursa olsun, asırlarca halkımız tarafından sevildi, hürmet gördü. Seydi Köyü bir ilim ve Kültür merkezi haline geldi. Köyde kurulan zaviye 19. Yüzyılın sonuna kadar 500 yıl eğitim verdi.
Seydi Köyü bu gün terk edilmiş bir köy. Hayvancılıkla uğraşan bazı aileler özellikle kış ayları buraya gelir, metruk binaları ahır olarak kullanırlar. Köyün türbesi ve küçük mezarlığı, define arayıcılarının istilası sonucu delik deşik edilmiş durumda. Dillere destan Kırkpınar, Ulupınar ve sazlık kupkuru. Eskiden yağmur duası için Seydi Köyü’ne gelinirdi. Hiç görmediğiniz bitki, kuş ve böcek türleri ne burada rastlardık. Gezerken üzerinde yürüdüğümüz toprak sallanırdı, altımız su, etrafımız sazlık, pınar ve çiçeklerle kaplıydı. Sazlıkta balıklar yaşardı ama Seydi Sultan’ın hürmetine onlara kimse dokunmazdı. Tıpkı Şanlı Urfa’daki Balıklı göl gibi. Öyle ki; 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nda balıkların bir anda kaybolduğunu ve savaş bitince tekrar göründüklerini, çoğu balıkların yaralı olduğu hala anlatılır.Faydalanılan kaynaklar
1- Afyon İli Tarihi Süleyman Gönçer 1971 İzmir
2- Anadolu Beylikleri İsmail Hakkı Uzunçarşılı yeni basım 1982 ANKARA
3- Evliya Çelebi Seyehatnamesi Cilt 1 Sayfa 138
4- Germiyanoğulları Tarihi Mustafa Çetin Varlık 1974 ANKARA