Eskilerin “tecrübe”, yeni kuşakların ise “deneyim” adını verdiği “bilgi ve görgü hazinesinin” tek eksiği, kişiden kişiye aktarılmamasıdır. Yani siz ne kadar dil dökseniz de, insanoğlu herşeyi bizzat yaşayacak ve gördüklerinden ders çıkaracaktır. Acaba bunun nedeni; “tecrübenin” “kaderi” etkilemesine izin vermeyen ilâhi bir hikmet olabilir mi? Öyle ya, herkes “tecrübe” sahiplerini dinlerse, kimse hata yapmaz ama bu senkronize düzen de “hayat olmaz”. Gerçek mi, efsane mi bilmem, anlatıldığına göre; Türklerden kurtulmak için her yola başvuran fakat her seferinde mağlup olan Çinliler, sonunda şöyle bir tuzak kurarlar; “Türklere gidelim ve onlara diyelim ki;
-Sizinle baş etmek mümkün değil, size boyun eğiyoruz.Diğer milletleri de dize getirecek güce sahipsiniz ama aranızdaki yaşlılar (AKSAKALLILAR) size ayak bağı oluyor.Onları başınızdan atarsanız hem masrafıniz azalır, hem daha hızlı olursunuz, onlar size ayak uyduramıyor”
Türkler bu fikre sıcak bakar ve yaşlıları dağlarda ölüme terkederler.Bir süre sonra Çinliler Türkleri yenip Tanrı Dağlarını ele geçirirler.Esir olan Türkler;
-Nasıl oldu da bizi yendiniz? diye sorunca Çinliler şöyle cevap verir;
-Sizi üstün kılan şey, Aksakallıların sözünü dinleyip tecrübelerinden yararlanmanızdı.Çünkü onlar bizi çözmüş, her türlü.hilemizi ve taktiğimizi tahmin eder hale gelmişlerdi.Siz Aksakallıları dışlayınca bu sefer biz üstün olduk”
.Kıssadan hisse, en mantıklı ve doğru olan, geçmişten ders çıkarıp hata yapmamaya çalışmak.Bizden öncekilerin deneyimlerinden yararlanmak.Fakat insan nefsi (egosu) devreye girince, geçmişin birikimleri bir tarafa itiliyor ve macera yeniden başlıyor. “En iyisini ve en doğrusunu ben bilirim, eskilerin nasihatlarına ihtiyacım yok” diyerek yola çıkanlar, yıllar sonra geriye dönüp baktıklarında taş üstüne taş koymadıklarını anladıklarında iş işten geçmiş oluyor. Sonra yol gidebildiklerini anladıklarında iş işten geçmiş oluyor.
Mehmet Akif’in buna ilişkin güzel bir dörtlüğü vardır;
“Geçmişten adam hisse kaparmış…Ne masal şey !
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi ?
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi ?
“(Safahat, Yedinci Kitap)
Mevcudu reddedip “Yeni bir Türkiye” kurma hayaliyle yola çıkanlar, “bu elbise bize dar geliyor” diyenler, “resmi ideolojiyi” çöpe atmaktan bahsedenler; gün geldi bir numaralı “statükocu” olma payesini elde ettiler.”İnsan hakları ve özgürlükleri, sosyal adalet, hukukun üstünlüğü” gibi kavramları dilinden düşürmeyenler, iktidara geldiklerinde akılalmaz uygulamalar sergileyerek samimi olmadıklarını, herşeyi “iktidar” uğruna yaptıklarını gösterdiler. Öyle ilginç bir ülkede yaşıyoruz ki, dün yasaklardan şikâyetçi olanlar, iktidar alanı bulduklarında birden bire “yasakçı” kesiliyor ve toplumu baskı altına alabiliyorlar.”Ceberrut devlet anlayışı”; parti, ideoloji, fraksiyon, yönetim anlayışı değişse bile aynen devam ediyor. Dünün “mağduru” bir anda günümüzün “mağruru” kesiiliyor, geçmişte kendine yapılan eziyeti, bugün başkasına yapmaktan geri kalmıyor.Haliyle olan da garibim Türk Milletine oluyor.Kime gönül verdiyse, kimi baştacı yaptıysa, bir süre sonra onun da “ötekilerden” bir farkı olmadığını anlıyor ama iş işten geçmiş oluyor.Dünün mazot, yağ, ekmek kuyruklarını diline dolayanlar, bugün aynı şeyleri millete yaşatıyorlar..”Milleti 70 sente muhtaç etti” diyerek eskileri şikayet edenler, günümüzde küçük Arap şeyhliklerinin kapısında himmet bekliyorlar. Yüzyıl önce zor şartlar altında vatanı düşman işgâlinden kurtaran insanı “tek adam” olmakla itham edenler, bugün o döneme rahmet okutuyorlar. İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kaldığı için o günkü Cumhurbaşkanını “korkaklıkla” suçlayanlar, bugün “Ne Ukrayna’dan ne de Rusya’dan vazgeçeriz” diyerek ikili oynamanın zirvesini zorluyorlar. Geçmişte “yeniden gözden geçirilmesi gerekir” dedikleri ve “Kanal İstanbul” projesiyle yokluğa mahkum etmeyi düşündükleri Montrö Antlaşmasına bugün sımsıkı sarılanlar, niye ısrarla “Roma’yı yeniden keşfetmeye çalışıyorlar ?”, çözemiyoruz. İktidara geldiklerinde Cumhuriyetin bakiyesi ne kadar fabrika, tesis, liman varsa satanlar, yerli ve milli sanayimizi ithalat sopasıyla bitme noktasına getirenler, tarımı ve hayvancılığı yok edip köylerde insan bırakmayanlar, verimli tarım arazilerini imara açarak betonlaştıranlar; bunların hesabını nasıl vereceksiniz ? Türk Milleti’nin dişinden tırnağından artırarak yaptırdığı fabrikaları “babalar gibi satanlar”, halkı tasarruftan uzaklaştırıp tüketime ve israfa özendirenler, kentleri AVM’llere, rezidanslara boğanlar, milli kaynakları sanayiye değil de betona aktaranlar, bu milletin geleceği ile oynadığınızın farkında mısınız ? Oysa bu millet size ne kadar güvenmiş ve yönetimini emanet etmişti. Sizden istediği; devleti adam gibi yönetmeniz ve muasır ülkeler seviyesine çıkarmanızdı.Geçmişten dersler çıkarıp elde edilmiş deneyimlerden yararlanarak Türkiye’yi daha güzel yarınlara taşımanızdı. 20 yılın sonunda dış politikadan eğitime, hukuktan ekonomiye, milli güvenlikten kültür ve sanata kadar bütün alanlarda derin sancılar çektiğimizi, dahası bir çıkmaza doğru sürüklendiğimizi görmekteyiz. Zamanın terbiye eden gücü, “ezber bozma ” iddiasındaki kadrolara ciddi ve sarsıcı dersler verse de gidişat iyiye gitmiyor. Çünkü heyecan ve samimiyet kaybolmuş, dava dünyevileşmiş, işin bereketi kaçmış, kader de hükmünü vermek üzere.Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik.Sonra geriye dönüp baktık ki ” bir arpa” boyu yol gittik.