Filme çekilmiş 395 senaryosuyla Guinnes Rekorlar Kitabı’na giren usta senarist SAFA ÖNAL, 92 yaşında yaşamını yitirdi.
GENÇLİK YILLARININ BİR KISMINI İLÇEMİZDE GEÇİRMİŞTİ
ÜNLÜ SENARİST VE YÖNETMEN SAFA ÖNAL HAYATINI KAYBETTİ
Şuhut eski Nahiye Müdürlerinden ve ilk Kaymakamımız (1946) Fahrettin Önal’ın oğulları Safa Önal ve Sezen Cumhur Önal, babalarının memuriyeti nedeniyle çocukluk ve gençlik yıllarının bir kısmını ilçemizde geçirmişti. 1931 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Safa Önal, Haydarpaşa Lisesi mezunuydu. Önal, 1945 yılında kısa öykülerle başladığı yazarlığını geliştirmeye çalışırken bir yandan da çeşitli dergilerde görevler üstlendi. Öykülerini “Dünyanın En Güzel Gemisi” adlı kitapta toplayan Safa Önal, filme çekilmiş 395 senaryosuyla bir dünya rekoru kırarak Guinnes Rekorlar Kitabı’na girmişti. Senaristliğin yanısıra 1973 yılından itibaren yönetmeliğe de başlayan Safa Önal, çok sayıda fotoroman senaryosu da yazmıştı. “Buğulu Gözler”, “Ah Güzel İstanbul”, “Dertler Benim Olsun”, “Dila Hanım”, “Vesikalı Yarim”, “Doktor Civanım”, “Yumurcak”, “Sezercik” gibi birbirinden güzel senaryolara imza atan Önal, 40 filmin yönetmenliğini de yapmıştı. Yazdığı senaryolarla Altın Koza ve Altın Portakal gibi çok sayıda ödül kazanan Safa Önal, 2018 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Sanatı Özel Ödülleri’nde “Sinema” dalında ödüle layık görülmüştü.
İkinci Dünya Savaşı devam ettiği 1940’lı yıllarda Şuhut’ta Nahiye Müdürlüğü yapan Fahrettin Önal, 1946 yılında Şuhut’un kaza merkezi yapılması sonucu Şuhut’un ilk Kaymakamı olmuştu. Fahrettin Önal, hem nahiye müdürlüğü, hem de Kaymakamlık görevi nedeniyle Şuhut’ta uzun süre kaldığından çocukları Safa ve Sezen Cumhur Önal da yaşamlarının bir kısmını ilçemizde geçirdiler.
Safa Önal ve Sezen Cumhur Önal’ın babaları Fahrettin Önal (doğumu 1901) 1978 yılında, anneleri Hürriyet Nihal Önal ise 2009 yılında 100 yaşında vefat etmişti. Dönemin Şuhut Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Musa Bursalı, Seçkin Köse ve rahmetli Refik Uysal’ın da aralarında bulunduğu bir grup Şuhutlu hemşehrimiz, 1990’lı yılların başında Safa ve Sezen Cumhur Önal’ı İstanbul Maçka’daki evlerinde ziyarete gitmişlerdi. Grupta yer alan rahmetli Refik Uysal, çocukluk arkadaşı olan Önal kardeşlerle Şuhut’ta başlayan dostluğunu İstanbul’da da sürdürmekteydi. Ziyaret devam ederken apartmanın başka bir dairesinde olan anne Nihal hanım, Şuhutluların geldiğini işitince sohbete dahil olmak ve onlarla hasret gidermek ister. Çay kahve ikramı eşliğinde Şuhut’ta geçen yıllar, acı ve tatlı hatıralar yad edilir. O tarihte 80’li yaşlarda olan Nihal hanım, 50 yıl önce Şuhut’ta komşuluk ve arkadaşlık yaptığı kişileri isim isim sorduktan sonra Şuhutluların ne kadar vefalı,hatırlı ve temiz insanlar olduğunu anlatır.
Safa Önal 2009 yılında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan “Ne Kadar Gamlı Bu Akşam Vakti” adlı nehir söyleşi kitabında (Söyleşi : Yasemin Arpa) yaşam öyküsünü anlatmıştı. Kitapta Şuhut’ta geçen yıllara ait anekdotlar da yer alıyor. Babasının memuriyeti nedeniyle çocukluk ve gençlik yıllarının bir bölümünü Şuhut’ta geçiren Önal, burada başından geçen olayların hayata bakışını ve dünya görüşünü ciddi şekilde etkilediğini dile getirmişti.
” (….) Öyle kentler içinde hatırladığım ; mesela Afyon’un Şuhut Kazası vardır. Şuhut’tan hatırladığım, öğretmen yokluğunda öğretmen olmuşum!..16 yaşında olmalıyım! Bir ara Şuhut’a, babamın yanına gitmiştim, okuyordum, lisedeydim herhalde. Öğretmen yokluğunda bir-iki ay ilkokul öğretmenliği yaptım o yaşımda, orada. Babamın kaymakamlık yaptığı Şuhut’ta okumanın tadına bir daha vardım. Şuhut’ta Halkodası vardı, Halkevi değildi… Halkodasında o güne kadar, diyelim 1946-1947 yılları, Türkiye’de basılmış bütün yerli romancıların romanları ciltlenmiş olarak vardı. Ben oradan üç-beş tane ciltli kitap yürüttüğümü ve geriye vermediğimi biliyorum “(sayfa 24)
“Mesela Afyon’un Şuhut Kazasında, o iki-üç aylık öğretmenliğim sırasında aklımda kalan şudur ;babam, Akşam Gazetesine abone. İkişer – üçer günlük paket halinde geliyor gazeteler ve ben orada en çok Sermet Muhtar Alus’un eski İstanbul hayatını anlatan, haftada bir yazdığı yazıları seviyorum ve onları bekliyorum hasretle. Bir de Cemal Refik’in “Adliye Koridorlarında” başlıklı röportajlarını… İkincisi, öğlenleri onlar “haşkeş” diyor, haşhaş, yeşil bir ot,yakın tarlalardan toplanıyor ve öğlen yemeklerinde annem yaptığı salataya koyuyor. Hoş olurdu ama uyku getirirdi. Onu hatırlıyorum “Şuhut Halkodasından aldığım kitapları hatırlıyorum. Orada Aka Gündüz’ün” Mavi Yıldırım “piyesinde rol aldığımı, ilk defa bir şişe mantarını karartıp bana verdiklerini ve bıyık olarak bıyık yerlerime sürdüğümü hatırlıyorum. Ufacık Halkodası sahnesinin arkasında, ufacık bir odada; yani lüks lambası ışığı altında, on gencecik çocuk bir piyesi oynamak için toplanmışız. Ben de Kaymakamın oğluyum. Ne güzel bir heyecan yaşamıştık ve babam en önde oturmuş seyrediyordu beni ve bizi…
“Şuhut’ta, orada Köy Enstitülerinden mezun öğretmenlerle tanıştım Gencecik, benden üç-dört yaş büyüktüler. Bana sordukları bir roman vardı, hepsinin ilgisini çeken oydu.” Kuyucaklı Yusuf’u okudun mu? ” diyorlardı bana. Beni, demek ki okumuşlardan sayıyorlardı. Ben 16 yaşında falandım. Ama benimki bir tutkuydu, rezilce bir şeydi, oburca. Müthiş bir iştah, bir okuma iştahı, ne bulursam… Birçoğu da bende yapışıp kalıyordu…>>Zafer ÖZAŞKIN